Başımı ellerimin arasına almış az önce yaptığım aptallığı nasıl düzelteceğimi düşünüp duruyordum. Hayatımda hiç gelmediğim, adını bile duymadığım hatta İstanbul'un bir ilçesi sandığım bir şehirdeydim. Yanımdaki koltukta bavulum, önümde içerken kafamın rahatlayacağını düşündüğüm kahvem ve etrafta kendi halinde konuşan insanlarla dolu bir kafede öylece oturuyordum. Daha fazla Eskişehir'de kalamayacağımı anlayıp kendimi bu bilmediğim şehre atmak şuan itibariyle hayatım boyunca yaptığım en büyük kararlardan biriydi. Benim gibi kendi hâlinde, elinde olsa yataktan çıkmayacak, ömrü hayatında iki üç arkadaştan başka kimseyle takılmayan, sırf ailesinin zoruyla yaşadığı şehirde okuyan bir çocuktan beklenecek en büyük atak budur tabi ki. Ellerimi başımdan çektim ve sabahtandır önümde duran kahvemden bir yudum aldım. Kahve demek için artık çok geçti sanırım çünkü şuan içtiğim kahveli Frozandan başka bir şey değildi. Dilimde bıraktığı kötü tadı biraz olsun geçirmek için gözlerimi otobüsten indiğim gibi kendimi içerisine attığım kafede gezdirmeye başladım. Birkaç çift kendi aralarında muhabbet ediyor, yanımdaki adam hararetli bir konuşma yapıyor, garsonlar ellerindekileri jet hızında masalara bırakıp kendi köşelerine çekiliyorlardı. Peki ben ne yapıyordum ve ne yapacaktım? İşte bu soruyu kendime sormak için çok geç kalmıştım çünkü artık yapacak hiçbir şeyim yoktu.
"Kahvenizi tazelememi ister misiniz?" Başımda dikilen garsonun sorusuyla tekrardan kendime gelip hafifçe irkildim ve teşekkürler diyip garsonu gönderdim.
Ne kadar zamandır böyle boş boş oturuyordum hiçbir fikrim yoktu. Tabi doğal olarak da garsonlar masama ara ara gelip bir şey isteyip istemediğimi soruyorlardı bende her seferinde teşekkür edip gönderiyordum. Çünkü kafam şuan o kadar meşguldü ki beynimin içindeki hücreler büyük bir toplantı salonunda tartışırken bende onların ne karar vereceklerini bekleyip duruyordum. Elimde tuttuğum kahve fincanını masaya bıraktıktan sonra telefonumdan gelen titreşimle telefonumun çaldığını anlayıp üzerime üzerime gelen heyecan baloncuklarıyla hemen kendime geldim. İçimde beliren korkuyla karışık duyguları da daha derinden hissederek telefonu elime aldım.
"Efendim." Dedim ve birazdan gerçekleşecek olan kavganın fitilini çektim.
"Sen neredesin iki saattir seni arıyoruz. Hani Bartulara gidecektin hiç gitmemişsin?" Babamın hesap soran sesi karşısında biraz irkildikten sonra derin bir nefes aldım.
"Kocaeli'e geldim, artık burada okuyacağım size söylemiştim." Dedim, gayet sakin bir şekilde.
"Ne?! Kocaeli mi oğlum sen bizi delirtecek misin ne Kocaelisi ne işin var orada çabuk eve dönüyorsun. Beni oraya getirttirme!" Telefonumdan gelen yüksek sesle bir an acaba hoparlöre mi aldım diye düşündüm ama almamıştım ve evet bu babamın kızarken kullandığı ses tonuydu.
"Gelmiyorum sizden ve sizin beni yönetmenizden de bıktım, artık ben yokum. Beni arayıp sormayın." Dedim ve telefonu kapattım.
Üzerimde hissettiğim rahatlamayla gaza gelip telefonu da tam olarak kapattıktan sonra arkama yaslandım ve sanki büyük bir zaferden dönmüş futbol takımı gibi içimden yükselen 'haydi bizi diskoya götür, haydi bizi diskoya götür' tezahüratlarıyla gülümsemeye başladım. Evet, yıllar sonra ilk defa ailem karşı gelerek kendi ayaklarımın üstünde durmaya başlamıştım. Koltuğumu yavaşça geriye çekmiş tam kalkmaya hazırlanıyordum ki önümdeki koltuğa bir çocuğun oturmasıyla olduğum yerde kalakaldım.
"Merhaba." Dedim ve elini uzatmış bana doğru gülümseyerek bakan çocuğun elini istem dışı olarak sıktım.
Baya şık mavi bir takım elbise içinde, konuşmak için can atan çocuğa bakmaya devam ederken beynim hâlâ ne olup bittiğine anlam veremiyordu. Karşımdaki çocuk ya bu ilaç falan satan seyyar satıcılardandı ya da beni birine benzetmişti her halde?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tuhaf Bir Evcilik Oyunu
Romance"Bazen bir erkek sana bütün kadınları unutturur." "Aşkın cinsiyeti yoktur." Yıllardır ailemin baskısıyla hiçbir şey yaşayamamış bir çocuk olarak sessiz hayatıma devam ediyordum ta ki başka bir şehre kaçana kadar. Evet, hayatım boyunca yapmak is...