"Geçecek!..." dedi kadın yumuşak, kadife gibi sesiyle.
Drako; onun ince, duyarlı parmaklarının saçlarının arasında kayışını minnetle kabul etti. Yavaşça yüzünü; gömdüğü yerden, kadının karnından, kaldırdı ve "Nere... Nereden biliyorsun?" diye sordu. Sesi kendi kulağında bile bir sarhoşun sokağın ortasında yalpalaması gibi bir yankı uyandırmıştı.
Kadın iki eliyle onun yüzünü kavradı.
"Hiçbir şey olduğu gibi kalmaz da ondan!..."
Drako, kollarının çemberini onun bacaklarının etrafında sıkıştırdı. Kadının giydiği elbisenin kumaşı, ellerinin altında yumuşak bir his bırakıyordu. Drako, oturduğu yerden onun gözlerinin içine minnetle baktı.
"Teşekkür ederim."
Ve uyandı. Daha bir rüyadan uyandığını anlayamadan da başını pencereyle tavanın birleştiği köşeye çarpıverdi.
"Lanet olası piç kurusu!" diye homurdanırken, bastonunu hızla arabanın tavanına vurdu. Ama uyarısına inat atların sırtında şaklayan kamçı sesi, tekerleklerin daha da pervasız bir hızla dönmeye başlamasına neden oldu.
"Canına susamış!"
Kahrolası adam, sürdüğü arabanın içinde bir dük taşıdığının farkında değilmiş gibiydi. Dük, ne kadar zorlama olursan olsun, sonuçta bir düktü ve onun ölümüne yola açarsa, lanet İrlandalı bekletilmeksizin kendini ipin ucunda buluverirdi. Ama araba bir çukurun içinden olanca hızıyla geçince, İrlandalının hiçbir şeyi umursamadığı anlaşılmış oldu. Zaten hiçbir zaman da umursamamıştı.
Drako; sonunun ne olacağı önemsiz bir eşyaymış gibi savrularak taşındığını düşündüğü anda, aslında daha çok sinirlenmeliydi. Oysa dudaklarının kenarında, sonradan ufak bir kahkahaya dönüşecek geniş bir sırıtış belirmeye başlamıştı.
İsmi Shaun Murphy idi. Ama Drako, arabacısına hiçbir zaman ismiyle hitap etmezdi.
On beş yıl önce, kaçamaklar konusunda yeterince tecrübesi olmayan genç bir adamken iki hata yapmıştı. Birincisi olasılıkları iyice hesaplamamıştı. Suçun çoğu Leydi Reading de olsa da Drako bugün bile kendinin daha öngörülü olması gerektiğine inanıyordu. Üstelik durum ne olursa olsun bir leydiyi suçlamak, kabul edilemez bir davranış olurdu.
Çok genç yaşta, on altı, evlerindeki hizmetçi kızların göz süzmelerine dayanamayarak kendini onlara adamış; gönüllü hizmetkarları olmuştu. Gündüzleri Drako'nun, geceleri ise kızların emir verdiği düzeni; birkaç yıl boyunca sorunsuzca sürdürmeyi başarmışlardı. Zaman zaman şartlar kızlardan yana esneyebiliyor, fırsatları olduğunda Drako onlara gündüz de hizmetlerini sunabiliyordu.
Çok değil, iki yıl içinde Holly ve Marigold sayesinde kadın bedenine dair çok şey öğrenmeyi başarmıştı. Acemilikten, çıraklığa; çıraklıktan kalfalığa; kalfalıktan da ustalığa terfi etmişti. Ve edindiği tecrübeler sonraki yıllarda Drako Stone'un bir şehir efsanesi haline gelmesine sebep olmuştu. Efsanelerin bir gerçeğin parçası olması beklenmezdi; oysa Drako'nun etrafından hiçbir zaman eksilmeyen kadınların varlığı, efsanenin gerçekliği konusunda zihinlerde ufacık bir kuşku bile uyandırmıyordu.
Sırf bu yüzden bile o iki hizmetçi kızı daima minnetle anardı Drako. Bir gece yarısı babası, nedendir bilinmez, uyanıp da kütüphaneye gelmemiş olsaydı; onlara olan minnetini daha uzun süre bizzat göstermeye devam da edebilirdi. Ne var ki Lord Stone, oğlunu kitaplığın önündeki koltuğa bağlı bulduğunda, üstelik de çıplak, her şey sona ermişti.
"Drako!..."
Adamın gür sesi; Drako'nun üzerinde büyük bir şevkle gidip gelen Marigold'un yere düşmesine, onlara bakarak kendini okşayan Holly'nin de bayılmasına neden olmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KADER BAĞLAYINCA
Historical FictionDrako Stone... Londra'daki çoğu kadın onu anlatmak için sadece "Stone" (taş) derdi. Ve bu; başkalarının, iyi ya da kötü, hakkında ne düşündüğünü zerre kadar umursamayan Drako'yu hiç gururlandırmazdı. Her türlü sorumluluktan uzak yaşayan bu adamın ha...