14. Bölüm

17.3K 911 178
                                    

Yaklaşık altı sene önce bu kapı önünde ilk kez açıldığında; eşyalara dair dikkatini çeken tek şey masa olmuştu. Antika olduğunu bir bakışta o bile anlamıştı. Ama eski şeylere kıymet verme gibi bir alışkanlığı olmadığı için bu konuda bir kez daha düşünmemişti. Onu ilgilendiren, bir şekilde, masadan odanın geri kalanına yayılan güçtü. Ne var ki hayatın somut gerçeklerine alışkın kafası, içinde şekillenen bu düşünce yüzünden kendini ahmak gibi hissetmesine neden olmuştu. Sebastian St. James'i o masanın ardında otururken görünceye dek de böyle hissetmeye devam etmişti.

Warwall Dükü ve onun devasa çalışma masası öylesine birbirini tamamlıyorlardı ki; Samuel, adamın ancak etrafına hükmetmeye alışmış bir imparatorun sahip olabileceği acımasız, bir o kadar da büyük gücünün her gün zamanının çoğunu başında geçirdiği bu masaya yansımış olmasını olağan kabul etmişti. Garip olansa, bu düşünce biçimi yüzünden bu kez kendini hiç de ahmak gibi hissetmemiş olmasıydı.

Fakat ilk gün, bu odaya girdiği ilk gün, Warwall Dükü sefil bir adamdı. O kadar sefildi ki; İsabella'yı mahvettiği için onu öldürmekten vazgeçmişti Samuel. Sadece Mathilda'nın eline tutuşturduğu ona ait birkaç parça eşyayı bırakmakla yetinmiş ve ayrılmadan önce, akşamdan kaldığı her haliyle belli olan ve yaşamları arasındaki farkı yok etmek için bir ömrün yetmeyeceği bu adamla garip bir sohbet yapmıştı.

O gün, ona acıdığını çok net olarak hatırlıyordu Samuel. Nasıl unutabilirdi ki? Warwall Dükü'ne acıdığı ilk ve son andı. Bir daha bir kez olsun Sebastian St. James'e acımamıştı. Öyle bir adamın acınmaya ihtiyacı olmazdı.

Çok geçmeden Bella'nın yıllar önce onunla evli olduğunu öğrenmişti. Şaşırtıcı bir bilgiydi bu. Kesin! Hatta ondan bir kızı olduğunu öğrenmek, Samuel'i apaçık şaşırtmıştı. Ama en şaşırtıcı olanı; olayların gelişimi düşünüldüğünde, dükle Bella'nın yan yana gelmesiydi. Bir şekilde imkansızın resmedilmesinden başka bir şey değildi o ikisinin evlenmesi.

Ama...

Ama hayat böyle bir şeydi işte!... Hiç beklemediğin bir anda seni yüzüstü yere yapıştırır ve yine hiç beklemediğin bir anda da elinden tutup ayla yıldızlara dokunmanı sağlardı.

Samuel, bu duyguyu çok iyi bilirdi. Kendisi de Mathilda sayesinde beklenmedik bir mutluluğa sahip olmuştu; buna rağmen Samuel aya ve yıldızlara sadece dokunmuş bir adam değildi. Samuel, onlara sahip olmuştu. Hatta Samuel'e kalırsa; güneşe gidip bizzat onu kucaklamış, bir daha da hiç bırakmamıştı.

Mathilda, Samuel'in güneşiydi. O kadın, onun kadını, yaşamını aydınlatmış; hiç olmadığı kadar anlamlı hale getirmişti. Üstelik beklentisi olmamasına rağmen Samuel'e iki erkek çocuğu da vermeyi başarmıştı. Hem de tek bir seferde.

Samuel o gün ağlamıştı. Çocukları için değil, onlar için elbette çok sevinmişti; ama Mathilda'nın saatler süren çileden kurtulması kendini kaybetmesine neden olmuştu.

O sırada hala mağazanın üst katında yaşıyorlardı.

Samuel, biraz sakinleşebilmek ve duygularının elinden kaçırdığı yularını yeniden yakalayabilmek için Bella'nın artık boş olan odasına kaçmıştı. Daha bir dakika bile geçmeden arkasında bir ses duyduğunda, henüz tam olarak bunu başardığı söylenemezdi.

"Hey, ihtiyar! Sayende bir gerçeği birinci elden öğrenmiş oldum."

Adamın sözcükleri yayarak daha alaycı hale getirdiği konuşmasına Samuel'in yanıtı kısa ve yeterince açık olmuştu:

"Defol git!"

Samuel; onun suratına bakmak için dönmemiş bile olsa, Drako Stone'un gitmek gibi bir niyetinin olmadığını rahatlıkla söyleyebilirdi. Bu lanet olası pisliğin bir şeyi yakaladığında onu bırakmayacak kadar azimli bir köpekten hiç farkı yoktu.

KADER BAĞLAYINCAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin