"Tanrı bu evliliği bol çocukla kutsasın!"
Bayan Lawson, Bay Lawson'ın dirseğini çekiştirerek, "Duydunuz mu Bay Lawson? Duydunuz mu?" diye sordu. Hissettiği heyecan sesinin titremesine ve Caroline'ın gülümsemesine neden olmuştu.
Sadece Caroline değil, onun tam önünde duran İsabella St. James de kadının coşkusuna kayıtsız kalamamış ve gülüşünü ufak bir öksürüğün ardında gizlemeyi başarmıştı.
Caroline, düşesten daha kontrollü davranarak başını yana çevirmekle yetindi. Bu sayede, koyu gözlerinde alaycı ışıltılar oynaşan kocasıyla bakışları karşı karşıya geldi.
Erkek, başını çok az eğip ancak Caroline'ın duyabileceği bir sesle, "Zavallı kadıncağızın o kadar az torunu var ki sunağın önü boş olsa, çoktan dizlerinin üstüne çökmüştü!" diye fısıldadı.
Caroline için Drako'nun siyah tören kıyafeti içindeki çarpıcı yakışıklılığını görmezden gelmeye çalışmak zaten yeterince zordu. Bir de üstüne onun ılık nefesini kulağında hissedince, bir anlığına da olsa, dengesi bozuldu; ama kendini hemen toparladı.
Dikkatini yeniden Bayan Lawson'a verdi. Kadın, Peder Elliot'ı alkışlamamak için kendini zor tutuyor gibi görünüyordu.
Caroline, "Tanrı Carol'ın yardımcısı olsun!" diye mırıldanmaktan kendini alamadı.
Bayan Lawson'ın bir düzineden fazla torunu vardı ve ne yazık ki hiçbiri de varlıklarını unutturacak kadar sakin çocuklar değildi. Bu yüzden kadının en küçük oğlunun çocuk sahibi olması fikriyle bu kadar heyecanlanması gülünçtü.
Drako, Caroline'ın gülmemek için çabalamasını ilgiyle izledi. Bakışları daha çok karısının, muhtemelen, bir kahkahayı hapsetmeye çalıştığı için sımsıkı birbirine bastırdığı dudaklarının üstündeydi. Sonra gözlerini onun uzun, ince boynuna; ardından köprücük kemiklerinin zarif varlığıyla kusursuz güzelliği yakalayan dekoltesine kaydırdı.
Drako'nun gözlerinin hala üstünde olduğunu hisseden Caroline, cesaretle başını çevirip yeniden kocasına baktı ve bakar bakmaz da buna bin pişman oldu. Erkek, içinde bulundukları mekana yakışmayacak kadar günahkar görünüyordu ve öyleydi de! Sebebi, geçmişi değildi sadece. Kaldı ki geçmişi düşünüldüğünde, onun bu kutsal yerde Tanrı tarafından hemen cezalandırılması gerekirdi.
Drako'nun bakışları günahkardı. Kocası, cehennem ateşi kadar sıcak ve bir o kadar baştan çıkarıcı bakarken, Caroline'ın ona tepkisiz kalması mümkün değildi: Sıcakladığını hissediyordu, teninin pembeleştiğinden emindi. Her zaman serin olan şapelde, dikkat çekmeyeceğini bilse, elini bir yelpaze gibi kullanmaktan hiç çekinmezdi.
"İyi ki Bayan Mathilda'yı dinlemişim!" diye düşündü. Onun sayesinde, en azından üzerindeki elbise onu bunaltmıyordu.
İpek, normalde tercih edeceği bir kumaş değildi; fakat Bayan Mathilda, gündüz yapılacak bir tören için ham ipeğin yerini hiçbir şeyin tutamayacağı konusunda ısrar etmişti:
"Hem kaliteli hem de şık durur. Sizin kadar ince bir bedeni olan kadına da çok yaraşır ekselansları."
Gerçekten de dediği gibi olmuştu. Göğüslerini sararak beline oturan, oradan da dümdüz aşağı inen elbisesi; Caroline'a bir düşes olduğunu tam manasıyla hissettirmişti. Özellikle oval yakası, isteği üzerine, göğüs çatalını göstermeyecek şekildeki tasarımıyla çok şıktı.
Caroline; tören nedeniyle dışarı çıkılıp şapele kadar yürüneceği için omuzlarına şal almayı uygun görmüştü ve şalın hafif yünden kumaşını, sağ göğsünün hemen üzerinde elmas bir broşla tutturmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KADER BAĞLAYINCA
Historical FictionDrako Stone... Londra'daki çoğu kadın onu anlatmak için sadece "Stone" (taş) derdi. Ve bu; başkalarının, iyi ya da kötü, hakkında ne düşündüğünü zerre kadar umursamayan Drako'yu hiç gururlandırmazdı. Her türlü sorumluluktan uzak yaşayan bu adamın ha...