"Cennet!" diye düşündü Drako. "Cennetteyim!"
Ve Caroline'ın dudakları, cennette Drako'ya vaat edilebilecek en tatlı meyveden bile daha tatlıydı. Yine de... Yetmiyordu! İştahı öylesine pervasız, öylesine sınır tanımazdı ki yetmiyordu! Caroline'ı bir çırpıda yalayıp yutmak istiyordu; ama bunun da yetmeyeceğini biliyordu.
Caroline'ın bu ilk gönüllü teslimiyeti, Drako'da öz denetim adına her ne varsa yerle bir etmişti. Tutkunun zalimleştirdiği elleri, karısının bedeninde rastgele gezinmeye başlamıştı.
Parmakları...
Parmakları, sanki kendilerine has iradeleriyle, birer pençeye dönüşmüş; her ne kadar pamuklu kumaşla kaplanmış olsa da Caroline'ın yumuşaklığıyla onlara kafa tutan tenini, tırnaklarını geçirmek istercesine sımsıkı kavramıştı.
Yarın ya da belki birkaç saat içinde Caroline'ın pürüzsüz teninin morarabileceği Drako'nun aklına bile gelmiyordu. Karısı gözlerini kapatmış, öpüşlerine şevkle karşılık verirken; Drako'nun saf, bir o kadar da arsız tutkusu karşında inlerken aklını kullanabilmesi zaten mümkün değildi.
Aradan ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordu; ama Drako, en sonunda Caroline'ın dudaklarını serbest bıraktığında, sebebi nefes alma ihtiyacıydı, başka bir şey değil.
Başını hafifçe kaldırıp Caroline'ın pembeleşmiş yanaklarına doğru meyletmiş kirpiklerine, öpülmekten olgun bir çilek kadar kızarmış dudaklarına, hızlanmış nefesi yüzünden inip kalkan göğüslerine baktı ve bunu yaparken bedenini karısınınkinden bir an olsun ayırmadı. Hatta Caroline'ın ince belini sımsıkı kavramış olan eli; onun bedenini kendininkine daha da sıkı bastırdı.
Bir iki derin nefesin ardından yeniden eğildi.
Tenine, kokusuna bağımlı olmuşçasına önce burnunu gezdirdi Caroline'ın boynunda, sonra da dudaklarını. Çene çizgisine de aynı ilgiyi gösterdi, yanaklarına da. Ama şefkatli olduğu söylenemezdi. Hiç söylenemezdi! Sabırsızdı ve bu yüzden hızlıydı ve sert! Ellerinden biri Caroline'ın dolgun göğüslerini kavradığında da sertti; hatta avuçlarından taşan yuvarlağı sıkarken, daha da sert!
Caroline'ın gözleri bir anlığına açıldı ve şaşkınlıkla kocaman oldu.
Drako, onun rahatsız olduğunu düşünecek kadar aklı başında bir tarafı kaldığı için tanrıya şükredip kendini denetlemek üzereyken; Caroline'ın inlemesini duydu. Zevkle... Karısının göz kapakları hafifçe titreşti, sonra gözleri kayarak yeniden kapandı. Başı arkaya düşerken kaymaksı tenini Drako'ya sunmuş oldu.
Drako'nun kulaklarında kükremeye benzer bir ses yankılandı ve sesin sahibinin kendisi olduğunu tam da karısının güzel boynunu ısırırken fark etti, Drako.
Kadınlarla geçmişi sır değildi. Hiç saklamamıştı ve bundan hiç utanmamıştı. Onlarca kadın tanımıştı. Belki de daha fazla, çok daha fazla. Hiç çetele tutmamıştı; ama bir şeyden hep emin olmuştu: O, düşünceli bir aşıktı. Belki bir parça da oyuncu... Çokça utanmaz... Aldığı kadar vermişti; hatta aldığından çok, verdiği de çok olmuştu. Bir kez olsun... Bir kez olsun bu kadar almayı, çaresizce almayı arzulamamıştı. Bir kez olsun içinde bir hayvan olduğunu düşünmemişti.
Oysa şimdi hiç hoşlanmadığı bir adamın evinde, bebeklerinin hemen dibinde; içinde bir hayvan olduğundan adı kadar emindi. Dizginlenemez, körcesine istediğinin peşine düşmüş yırtıcı bir hayvan! Dahası Drako onu dizginlemek istemiyordu. Salıvermek, doğasına uygun davranarak istediğini talan etmesine izin vermek istiyordu. Hapsolduğu bedenin kafesini yok saymasına izin vermek istiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KADER BAĞLAYINCA
Historical FictionDrako Stone... Londra'daki çoğu kadın onu anlatmak için sadece "Stone" (taş) derdi. Ve bu; başkalarının, iyi ya da kötü, hakkında ne düşündüğünü zerre kadar umursamayan Drako'yu hiç gururlandırmazdı. Her türlü sorumluluktan uzak yaşayan bu adamın ha...