Ağır, ceviz kapının sesi yatak odasında yankılandı; fakat Caroline, heyecandan hiçbir şey duymadı. Kulakları, bir çeşit uğultuya ev sahipliği yapıyor gibiydi. Aradan zaman geçtikten sonra bu uğultunun nedeninin kendi kalp çarpıntısından başka bir şey olmadığını anlayacaktı; ama o an... O an her şeyi ama her şeyiyle karşısındaki uzun boylu, sarışın adama odaklanmıştı.
İçinde bulundukları oda, bir yüzyıl öncesinden kalan eşyalarla doluydu: Aynalı şifoniyer, ayaklarına ince ince yaprak motifleri işlenmiş birkaç sandalye, ipek halılar... Ve tabii tüm haşmetiyle odaya hükmeden yatak.
Dört direğinin etrafını saran cibinlik; ince, çok ince danteldendi ve bazı yerleri yer yer delinmişti. Bu kadar bakımsızlığın ortasından sadece birkaç delikle kurtulması bile bir mucize sayılabilirdi.
Caroline'ın ana yatak odasına ilk kez adım atmasının üstünden birkaç gün geçmişti. Bir hafta önce, Taş Ev'e ayak bastığında evin tüm odalarını gezmiş, her yerini incelemiş; ama bu odadan özenle kaçınmıştı.
Taş Ev'in skandal sayılabilecek bir özelliği vardı: Ana yatak odası, dük ve düşes için ayrılmış iki ayrı bölümden oluşmuyordu. Toplumsal kısıtlamaları pek önemsemeyen biri olarak, bu durumu Caroline bile garip bulmuş; hatta özel hayata saygısızlık olarak algılamıştı. İnsanlar evli olsalar da mahremiyete ihtiyaçları olmaz mıydı?
Caroline; geçmişte düşeslerin nerede giyindiğini, nerede banyo yaptığını merak etmişti. Kendisinin böyle bir alana ihtiyaç duyacağını elbette düşünmüyordu.
Birkaç gün önce yatak odasını ilk kez gördüğünde; rahatlıkla hakkından feragat ederek, burayı Drako'ya bırakabileceğine karar vermişti. Kocaman, sayvanlı yatak; tam da kocasının dünyevi zevklerine hitap eder gibi görünüyordu. Belki de bu yüzden Caroline, yatağa bir kez bakmış ve bakar bakmaz da bakışlarını kaçırma ihtiyacı hissetmişti.
Bugün, Caroline ana yatak odasına ikinci kez adımını atmıştı. Buna zorlanmıştı.
Bay Pearson bu odayla ilgili yapılmasını istediği değişikliklerin ne olduğunu öğrenmek istiyordu. Daha önce de bir iki kez bu konuyu ortaya atmış; her seferinde Caroline geçiştirmenin bir yolunu bulmuştu; ama artık böyle bir yol da kalmamıştı. Çünkü Taş Ev'in içinde Caroline'ın fikir belirtmediği tek bir oda kalmıştı.
Bay Pearson'ın önünden ana yatak odasına girdiğinde; gözleri hemen yatağa kaymıştı, yeniden ve istemsizce. Bay Pearson, "Ekselansları?..." diye sesleninceye kadar da bakışlarını oradan ayıramamıştı.
Bir rüyadan uyanır gibi genç mimara dönmüş, "Bir şey mi demiştiniz Bay Pearson?" diye sormuştu.
Adamın gözleri onun yüzünde dolaşırken, alnı da endişeyle kırışmıştı.
"Ekselansları, iyi misiniz?"
"İyi... İyiyim."
Adam rahatlayarak, "İyi o zaman." demişti. "Yüzünüz biraz kızarmıştı da. Ben de ateşiniz olabileceğini düşünerek endişelendim."
Caroline, utançla pencereye doğru birkaç hızlı adım atmıştı. Adamın, suç üstü yakalanmış biri gibi, yanaklarının daha da kızardığını fark etmesini asla istemiyordu. Sebebini bilemeyecek olması da hiçbir şeyi değiştirmiyordu. Bu yüzden perdeyi bir kenara çekip bütün dikkatini geniş; ama bakımsız bahçeye vermişti.
Bir an sonra Bay Pearson'ın varlığını yanında hissederek, ufak su yolunun yanındaki alanı göstermiş ve bir şey söyleme ihtiyacı hissederek, "Orada bir söğüt istiyorum." demişti. "Salkım söğüt."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KADER BAĞLAYINCA
Historical FictionDrako Stone... Londra'daki çoğu kadın onu anlatmak için sadece "Stone" (taş) derdi. Ve bu; başkalarının, iyi ya da kötü, hakkında ne düşündüğünü zerre kadar umursamayan Drako'yu hiç gururlandırmazdı. Her türlü sorumluluktan uzak yaşayan bu adamın ha...