Caroline hiçbir zaman kötü bir evlat olduğunu düşünmemişti. İçinde, her zaman, yanlış olduğunu düşündüğü her şeye itiraz etmek için dayanılmaz bir sancı hissetse de ebeveynlerinin istekleri karşısında en kötü ihtimalle sessiz kalmayı becerebilmişti. Ve anne ve babasının sevgisine, Caroline da en az onlarınki kadar büyük bir sevgiyle karşılık vermişti.
Oysa henüz anne veya baba olmamışken onların hisleriyle kendi hislerini kıyaslamanın, sadece, dile kolay geldiğini çoktan tahmin etmiş olması gerekirdi. Yavrusunu kucağına almadan, anne sevgisinin benzerini hissettiğini düşündüğü zamanlar için kendinin sadece "cahil" değil, "kara cahil" olduğundan emindi artık.
Oysa anne ve babasını ne çok severdi Caroline! Ve hep sevecekti... Ama bu bir evladın sevgisiydi. O kadar...
Şimdi hayatına ışık olan iki melek sayesinde, daha önce sevgi sandığı her şeyin aslında gerçek sevginin birer gölgesi olduğunu görebiliyordu. Hiçbir sevginin bir annenin evladına duyduğu sevgi kadar büyük olamayacağını da...
İçinde dolup taşan, kabına sığmayan bir şey vardı ve bu şey ikizlere doğru akıyor; tükeneceğine, onları gördükçe besleniyor, çoğalıyordu. Yirmi üç yaşında, hiç olmadığı ve belki de bir daha hiç olamayacağı kadar güçlüydü. Kendini kadim zamanlardan kopup gelen bir destan kahramanı gibi hissediyordu. En az onun kadar gözükara, en az onun kadar yenilmez!
Yine de...
Yine de bir o kadar da savunmasız...
Hayatta bazen bazı şeylerin en güçlüleri bile yere serebileceğini bildiği için savunmasızdı. Yavrularını bir şahinin keskin gözleriyle gözetleyecek, dişi bir aslanın keskin pençeleriyle koruyacak olsa da hayatta engel olamayacağı şeylerin onlara dokunabileceğinin düşüncesi daha şimdiden içine tarifi imkansız korkular salıyordu.
Bir bebeği kollarının arasında tutmanın verdiği his tarif edilemezdi. Hele de senden bir parça olduğunu bildiğin küçücük gövdesi kollarının arasında daha da küçük görünürken, onu sarıp sarmalamak; kokusunu hissetmek; emerken çıkardığı sesleri dinlemek... Caroline, bütün bunların verdiği hissi tarif edemezdi. Ve öncesinde tahmin de edemezdi. Hatta onları karnında taşırken bile tahmin edemezdi.
Hamile olduğunu anladığı anı hiç unutmuyordu! O an düşündüklerini!... Korku, dehşet, yalnızlık, çaresizlik!... İnsanın başına bir felaket geldiğinde hissedebileceği her şeyi hissetmişti. İşte bu yüzden şimdi kızlarını hiçbir şeye, hiçbir şeye, değişmeyecek olmasına rağmen; onlara hamile olduğunu anladığında yaşadıklarını yeniden yaşamayı asla istemezdi.
Günlerce... Günlerce aylık döngüsünün başlayacağını boş bir ümitle beklemişti. Ve günlerce... Günlerce ağlamıştı. Bir zaman gelmişti ki gözyaşlarının artık bittiğine hükmetmişti.
Bir hata yapmıştı. Çok büyük ve affedilemez bir hata. Bağışlanmak için hala Tanrıya dua ettiği bir hata.
Ve sanki cahil, on beş yaşında bir kız çocuğu gibi akılsızca, işlediği günahın sonuçları olabileceğini hiç düşünmemişti. Ama olmuştu.
İşin en kötü yanı, kimse bilmediğinde hataların gizli kalmaya mahkum olmasıydı. Kimseye söylenmeden, sessizce kabul edilmesi gerekirdi. Caroline da kimseye söylememişti. Herkes, onun uzun süren mutsuzluğunu geçmeyen bir gribe bağlamıştı. Elizabeth dışında herkes...
Arkadaş olduklarından bu yana Caroline, Elizabeth'ten hiçbir şey saklamamıştı. Saklayamazdı da. Yıllarca birbirlerine çok yakın olmuşlar, bir kız kardeşten daha çok şey paylaşmışlardı. Bu yüzden Elizabeth onun bir anda değişen ruh halini sezmiş, görüntüsüne yansıyan çöküşün basit bir hastalığın ötesinde olduğunu düşünmüştü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KADER BAĞLAYINCA
Historical FictionDrako Stone... Londra'daki çoğu kadın onu anlatmak için sadece "Stone" (taş) derdi. Ve bu; başkalarının, iyi ya da kötü, hakkında ne düşündüğünü zerre kadar umursamayan Drako'yu hiç gururlandırmazdı. Her türlü sorumluluktan uzak yaşayan bu adamın ha...