Caroline, görmeyen gözlerini aşağıdaki seranın cam tavanına dikmişti. Biliyordu ki burada hareketsiz, daha fazla, oturmasının imkanı yoktu. Sinirleri böylesi bir savaşı kazanamayacak kadar zayıftı. Bu yüzden başını çevirip omzunun üstünden, bir dakika kadar önce, kapıyı sessizce kapatarak içeri girmiş erkeğe soğukça baktı.
"Sanırım söyleyecekleriniz bitmedi!"
Çok rahat görünen koltukta bile prenses edasıyla dimdik oturuşu, bir kuğununkinden daha zarif boynunun üstündeki başının arkaya doğru hafif kavisi ve bakışlarındaki mesafeyle bir gurur abidesi gibi duran karısını alaycı gözlerle süzdü Drako. Ama içi... İçi patlamaya hazır bir volkan gibi kaynıyordu. Beş gün, öfkesini azaltmamış; aksine daha da bilenmesine neden olmuştu. O kadar ki Caroline'ın suratındaki şu gururdan maskeyi parçalamak, paramparça etmek istiyordu. Yarım saat önce, aşağıda başarılı bir başlangıç yapmış sayılırdı. Her ne kadar annesinin on dakikadan fazla süren söylevine katlanmış olsa, hatta bir parça suçluluk hissetse de pişman değildi.
Bu yüzden omzunu kapıya rahatça dayayarak kollarını göğsünün üstünde kavuşturdu; Caroline'a "Daha başlamadım bile!" diyerek cevap verdi ve ardından karısının güzel yeşil gözlerinin saldırmaya hazır bir kedininki gibi öfkeyle kısılmasını keyifle izledi. Ne var ki Caroline'ın saldırgan sözleri bu keyfin çok kısa sürmesine neden oldu.
"Buraya beni aşağılamaya mı geldiniz? Amacınız bu mu? Sizi terk ettiğim için beni yerin dibine mi sokacaksınız?"
Bu, apaçık kışkırtma karşısında Drako; görünüşte sahip olduğu rahatlığı yitirdi. Hızla doğrulup kollarını aşağı indirdi.
Caroline, yanlış bir şey söylediğini daha Drako öfkeyle üzerine yürümeden önce anlamıştı; fakat elinden nefesini tutmaktan başka gelen hiçbir şey yoktu.
Drako, birkaç hızlı adımda Caroline'ın önündeydi. Karısının oturduğu koltuğun gül ağacından kollarını hırsla kavradı. Bedenini Caroline'a doğru eğdi. O sırada burun delikleri öfkeyle genişliyordu.
Her ne kadar neredeyse yüz yüze duruyor gibi görünseler de Drako'nun hala ayakta oluşunun verdiği üstünlük, Caroline'ın kendini kapana kısılmış gibi hissederek arkaya doğru yaslanmasına sebep olmuştu. Ama kaçacak yer yoktu.
Drako, Caroline'a daha da yaklaştı. Nefesi ya da öfkesi... Caroline'ın kulağını dağlıyordu.
"Eğer..." diye hırladı dişlerinin arasından. "Eğer, bir an bile beni terk etmiş olduğuna inansam... Seni mahvederim Caroline! Beni anladın mı? Mahvederim!"
Tavrı, sesinin yabani tınısı Caroline'ı korkutmuştu. Drako'nun sanki avının korkusunun kokusunu alan yabani bir hayvan gibi tenini koklaması karşısında, oturduğu yerden bir ceylan gibi zıplayıp kaçmak istedi. Ne var ki karşısındaki güçlü ve çevik kaslardan oluşmuş gövde aman verecek gibi durmuyordu.
Drako, Caroline'ın ne kadar sarsıldığını görebiliyordu; yaşadığı şoku titreyen bedeninden anlayabiliyordu ve farkına bile varmadan kendi yüzüne gelip yerleşen yırtıcı gülümseme, karısının hissettiklerinden ne kadar zevk aldığını apaçık gösteriyordu. Yine de daha tatmin olduğu söylenemezdi.
"Bir şeyi iyice anlamanı istiyorum Caroline: Eğer bir kez daha, bir kez daha benim haberim olmadan kızlarımı benden uzaklaştırmaya çalışırsan..." Son darbeyi indirmeden geriye çekilip Caroline'ın yüzüne baktı. "Onları senden alırım!" Ve ardından Caroline'ın korkuyla büyüyen gözlerini büyük bir umursamazlıkla izledi.
"Bir an bile durmam alırım! İşte o zaman şu an benim neler hissettiğimi belki bir parça anlarsın!"
"Ben... Ben..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KADER BAĞLAYINCA
Historical FictionDrako Stone... Londra'daki çoğu kadın onu anlatmak için sadece "Stone" (taş) derdi. Ve bu; başkalarının, iyi ya da kötü, hakkında ne düşündüğünü zerre kadar umursamayan Drako'yu hiç gururlandırmazdı. Her türlü sorumluluktan uzak yaşayan bu adamın ha...