Son günlerde Caroline sık sık kendini, "Mutluluk nasıl bir his böyle?" diye düşünürken buluyordu. Ufak, en ufak bir şey onu gölgeleyebiliyor; ufak, en ufak bir şey kat be kat çoğaltabiliyordu. Caroline, son bir yıldır ilkini çokça tecrübe ettiği için şimdi her gün katlanarak artan mutluluğu için korkuyordu.
O kadar çok şeye sahipti ki! Hayal edebileceklerine... Hatta... Edemeyeceklerine...
Geçmişe dönebilse, evlenmeden önceki zamana, belki daha eskiye... İkizlere hamile kaldığı o gecenin de öncesine...
Caroline'a o zamanlar mutlu olup olmadığını sorsalar, bu gereksiz soruya cevap dahi vermek istemezdi. Babasının kaybının kalbinde açtığı derin yara henüz tazeyken elbette mutlu değildi; ama öncesinde... O yaşarken... Bir kontun el üstünde tutulan kızı olarak mutlu olmaması için hiçbir sebep yoktu.
Bugün babasının yokluğu hala mutluluğunu gölgeliyordu. Ama hayatı, kızları ve eşiyle o kadar zenginleşmişti ki artık onun yokluğu yüreğini eskisi kadar çok dağlamıyordu.
Victoria ve Elizabeth gün geçtikçe büyüyorlardı. Caroline, onlara sahip olduğu için kendini kutsanmış hissediyordu. Tanrı ona bir değil, tam iki tane güzellik bahşetmişti. Gerçi Drako'ya göre onları sadece "güzel" kelimesiyle tanımlamak yetersizdi, hatta bir çeşit hakaretti. Onlar muhteşemdi; İngiltere'nin, hatta dünyanın en tatlı bebekleriydi.
Caroline; elinden geldiğince kızlarına vakit ayırıyor, ayrı kaldığı zamanlarda ise hiç gözü arkada kalmıyordu.
Sarah, çok becerikli bir dadıydı. Bayan Perkins'in de yardımıyla sorun yaşamadan ikizlerin günlük bakım işlerini hallediyordu. Ve ne onun ne de Bayan Perkins'in bu işlerden pek fazla yorulduğu söylenemezdi; çünkü Leydi Stone, torunlarının dünyaya gözlerini açtıklarından bu yana onların hayatında kaybettiği anları telafi etmek istercesine Elizabeth ve Victoria'nın yanından neredeyse hiç ayrılmıyordu. En fazla bir gün arayla Leydi Hall da ona katılıyor ve biri kucağında Victoria, diğeri de Elizabeth'le otururken tatlı tatlı sohbet ediyorlardı.
Drako durmadan Caroline'a kayınvalidesiyle annesinin ikizleri şımarık birer genç kıza dönüştüreceğini söylüyordu. Hatta bir keresinde bu düşüncesini annesinin yüzüne, Caroline'ın aksi yöndeki uyarılarına rağmen, hiç çekinmeden söylemiş; Leydi Stone da gayet rahat, "Ben iki kız çocuğu büyüttüm ve onları kocalarına oldukça aklı başında teslim ettim!" diyerek cevap vermişti.
Bu, kibarca, "Sen kendi işine bak!" ifadesi; Caroline'ın kıkırdayarak kocasından kötü bir bakış kazanmasına neden olmuştu.
İkizleri gerçekte şımartabilecek olan tek kişi Drako'nun ta kendisiydi. Ne var ki onun bundan hiç haberi yoktu. Bir kez Caroline, Drako'ya büyüdüklerinde de Elizabeth ve Victoria'nın gözünün içine bakmaya, her ağladıklarında kucağına almaya devam ederse onların elinde oyuncak olacağını söylemişti. Drako sadece sırıtmış ve "Kıskanıyorsunuz ekselansları..." demişti. Sonra da hınzırca eklemişti: "Beni mi, yoksa kızlarımızı mı?"
Aslında Caroline, Drako'nun ciddiyetsiz bir biçimde sorduğu soruyu kendisine daha önce defalarca sormuş ve her seferinde aynı yanıtı almıştı: Ne kızlarını babalarından ne de babalarını kızlarından kıskanıyordu. Onların karşılıklı sevgi gösterileri, Caroline için artan bir mutluluk kaynağından başka bir şey değildi.
İnsanı, sevdiklerinin birbirini sevmesi kadar mutlu eden çok az şey vardı şu dünyada ve Caroline bu mutluluk için Tanrı'ya şükrediyordu.
Drako, gün içinde sık sık ortadan kayboluyordu; ama Caroline için onu bulmak çok kolaydı. Kocası ya kızlarının yanına gitmiş, onlara hayranlığını dile getiriyor ya da çalışma odasına kapanmış, çalışıyor oluyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KADER BAĞLAYINCA
Tarihi KurguDrako Stone... Londra'daki çoğu kadın onu anlatmak için sadece "Stone" (taş) derdi. Ve bu; başkalarının, iyi ya da kötü, hakkında ne düşündüğünü zerre kadar umursamayan Drako'yu hiç gururlandırmazdı. Her türlü sorumluluktan uzak yaşayan bu adamın ha...