Mevsimin mevsime döndüğü zamanlar çoğunlukla tuhaftı: Ya dondurucu soğuklukla esen rüzgar insanı iliklerine kadar titretir ya da beklenmedik şekilde ısıtan güneş bunaltırdı. Ya da bazen gökyüzü içlenir, içlenir; sanki yere inecekmişçesine içini boşaltıverirdi. Öyle ki insanın yağmursuz bir güne olan inancını, neredeyse, yok ederdi.
Sonbaharın, artık, yerini kışın ilk ayına bırakacağı şu günlerde de durum pek farklı değildi: Geceleri rüzgarlar şiddetli esiyor, ağaçları eğiyor, genç fidanların belini büküyordu. Gündüzleri uzaklarda görünen koyu, kopkoyu bulutlar endişe verici bir hızla hareket ediyor; günlerce sürecek yağmurları uzun zamandır yağış yüzü görmemiş topraklara taşımaya çalışıyordu.
Hava kasvetli, çok kasvetliydi. Buna rağmen şaşırtıcı biçimde ılıktı. İşte bu yüzden vaktin akşama döndüğü şu saatlerde, Warwall Malikanesi'nin önünde toplanmış olan kadın ve erkeklerden oluşan grup hiç üşümüyordu.
Lawson, Ekselansları Warwall Dükü'nün tahsis ettiği arabaya Carol'ın kişisel eşyalarının yerleştirilmesine refakat ediyordu. Karısının diğer bütün eşyaları çok önceden gönderilmişti; diğer türlü değil bir araba, üç tane bile olsa yetmezdi.
Yine de Lawson şikayetçi değildi. Karısı, Carol'ın ona ait olduğunu hissettiren bu sözcüğü çok seviyordu, her türden fedakarlığa değecek kadar olağanüstü bir yaratıktı. Nişanlılıkları süresince onu daha iyi tanımıştı ve söyleyebilirdi ki Carol'la hayat çok eğlenceli ve hiç sıkılmadan geçecekti. Ve tabii sevgiyle...
Düşünceleri, "Hala ısrarcıyım! Bu hiç iyi bir fikir değil!" diyen Warwall Dükü tarafından bölündüğünde; Carol'ın el çantasını arabanın içine yerleştirmesi için uşağa uzatıyordu.
"Merak etmeyin ekselansları..."
Derin bir nefes alarak ve içinden, adamın sarsılmaz kararlılığı karşısında, yılmamaya yemin ederek döndü.
Dük kaşlarını çatmıştı; fakat dikkati Lawson'ın üzerinde değildi.
Adamın soğuk ve soluk mavi bakışlarını takip eden Lawson, hızla yaklaşmakta olan kurşuni bulutlara sadece göz atmakla yetindi. Üzerinde düşünmedi; çünkü, kendine yalan söyleyecek hali yoktu, bu bulutlar onu da endişelendiriyordu.
Başını ve omuzlarını dikleştirdi. Ne olursa olsun dün gece Carol'la birlikte aldıkları karara sahip çıkacak ve ekselansları düşesin onlar için, özellikle Carol için, yaptırdığı evde birkaç gün kalmak üzere bugün hareket edeceklerdi.
"Sebastian haklı Lawson. Bu bulutlar hiç iyi bir şeyler vaat etmiyor."
Lawson; bu kez de üstten birkaç düğmesini açık bıraktığı beyaz gömleği ve uzun bacaklarını sıkıca saran siyah binici pantolonuyla kaygısızlığın sınırlarında görünen Stoneville Dükü'ne, "Merak etmeyin ekselansları..." demek zorunda kaldı. "Yağmur başlasa bile arkamızda olacak. Hem... Yol üstünde Güzelhanım var. Zorlanacak olursak orada konaklarız olur biter."
"Drako, o hanı çok iyi bilir."
Sebastian St. James'in sesi alaycıydı; yine de arkada, kalçalarının hemen üstünde, kavuşturduğu elleriyle ciddi duruşunu bozmadığı için Lawson onu doğru duyduğundan emin olamadı.
Drako Stone'a baktı. Adam kayıtsızdı.
Bu durumda Lawson, Warwall Dükü'nü yanlış anladığına karar verdi; çünkü bu adam, Drako Stone, böylesi bir imayı havada bırakacak; üzerine alıp onunla övünmeyecek biri değildi.
Stoneville Dükü, Lawson'ın onun hakkında bir yargıya vardığını hissetmiş gibi gözlerini ona dikti ve Lawson, dikkatle boğazını temizlerken, "Bu kadar acele edecek ne var anlamadım doğrusu!" dedi. "Mesele balayı ise..." Başını hanımların duyamayacağı kadar Lawson'a yaklaştırdı. "Yatak odasından çıkmazsınız olur, biter." Hınzırca sırıtmadan önce göz kırptı. "Merak etme, Sebastian'ın adamları iyi eğitimlidir; arada bir, başka şeylerden fırsat bulup, yemek yemeniz gerektiğini düşüneceklerdir."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KADER BAĞLAYINCA
Historical FictionDrako Stone... Londra'daki çoğu kadın onu anlatmak için sadece "Stone" (taş) derdi. Ve bu; başkalarının, iyi ya da kötü, hakkında ne düşündüğünü zerre kadar umursamayan Drako'yu hiç gururlandırmazdı. Her türlü sorumluluktan uzak yaşayan bu adamın ha...