Drako nefes nefese kalmıştı. Sebebi kesinlikle Sebastian'ın çalışma odasından üst kata çıkarken tırmandığı basamaklar değildi ya da o sırada delice koşması. Kalbi o kadar hızlı çarpıyordu ki nefesinin onun hızına yetişmesi mümkün değildi.
Caroline'ın odasına girip de onu yatakta dertop olmuş ağlarken gördüğünde, kalp atışları şaşırtıcı bir hızla yavaşladı. Muhtemelen sebebi, karısını olması gereken yerde bulmanın getirdiği rahatlamaydı.
Korku ve endişeyle sık sık tuttuğu nefesini yavaşça dışarı bıraktı. Kapıyı usulca kapattı. Her ne kadar Caroline'ın hıçkırıkları yüreğini dağlasa da sakinliğini koruyarak onun yanına uzandı.
Yatağın çökmesiyle Caroline'ın hızla doğrulup başını omzunun üzerinden çevirmesi bir olmuştu. Saçları, her zamanki derli toplu halinden uzak, tutamlar halinde yüzünü çevrelemiş; burnu kızarmış; dudakları hafifçe şişmişti. Ama yine de çok güzel görünüyordu. Yeşil gözleri ağaçlarla çepeçevre bir gölün derin sularına benzerken Drako'nun başka türlü düşünmesi mümkün değildi. Kendine engel olamadan dudaklarından iki kelime döküldü:
"Seni seviyorum..."
Caroline'ın yanıtı sert ve kesin oldu.
"Git buradan!"
Sonra yeniden başını çevirip yastığa koydu.
Drako aldırmadı. Caroline, en azından çığlık çığlığa bağırmamıştı. Tanrı korusun, birkaç gün önceki gibi bir ağlama krizi yaşayacak gibi de görünmüyordu. Gerçi... Az önce, aşağıda, her an Caroline'ın yeniden ağlamaktan kendini kaybedeceğini düşünerek korkan da yine kendisiydi.
Drako; karısının şimdi, nispeten, daha sakin tavrından cesaret alarak kolunu onun ince belinin üzerinden aşırdı. Güçlü bir kavrayışla narin bedenini kendininkine doğru çekerken Caroline direnerek çırpındı. Drako umursamadı. Daha güçlü sarıldı.
Çabasının faydasız olduğunu anlayan Caroline, hareket etmeyi bıraktı. Dişlerinin arasından, "Bırak beni!" diye tısladı.
"Hayır!"
"Lütfen bırak!"
"Hayır!"
İnat etmek ya da yalvarmak bir işe yaramayacaktı, bu yüzden Caroline sessiz kaldı. Neden Drako da aynısını yapmıyordu? Neden onu rahat bırakmıyordu? Ve neden ona ne kadar kırgın olduğunu anlamıyordu?... Caroline'ı kendi haline bırakmasının, ondan biraz uzak durmasının ve karısına hayal kırıklığıyla parça parça oluyormuş gibi hissettiği kalbini onarma fırsatı vermesinin kendisi için daha iyi olacağını nasıl göremiyordu?
Caroline, Drako'ya öylesine kızgındı ki öylesine kırgın... Yüreği aldatılmışlık hissiyle dopdolu... Şu anda ona ne yapsa hıncını alamayacağını, içindeki öfkeyi hiçbir şekilde dışarı atamayacağını hissediyordu. Yine de...
Yine de çalışma odasından koşarak ayrılmadan hemen önce esas kızması gereken kişinin kendisi olduğunu da fark etmişti: Nasıl olup da onca insanın önünde çıldırmış gibi davranabilmişti?
Bağırarak ve ağlayarak kocasına ve diğer iki erkeğe hakaret etmişti.
Dudağını ısırdı. Pişmandı. Gerçekten pişmandı; ama pişmanlığı, onları suçlarken seçtiği sözcüklerden ötürü değildi. Adamlar o sözcükleri, hatta bin beterlerini hak etmişlerdi.
Pişmanlığı, onların -dükün, Bay Samuel'in, Drako'nun- karşısına geçip hissettiği tiksintiyi soğukkanlılıkla yüzlerine çarpamamış olmasındandı. Kendini hiç kaybetmeden başını dik tutarak hakaret etmeliydi Caroline. Tabii yaptıkları işin ne kadar rezilce olduğunu hissettirerek kendini Tanrı sanan bu adamları aşağılamalıydı da.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KADER BAĞLAYINCA
Historical FictionDrako Stone... Londra'daki çoğu kadın onu anlatmak için sadece "Stone" (taş) derdi. Ve bu; başkalarının, iyi ya da kötü, hakkında ne düşündüğünü zerre kadar umursamayan Drako'yu hiç gururlandırmazdı. Her türlü sorumluluktan uzak yaşayan bu adamın ha...