Bir liman fahişesinin yüzünü kızartacak kadar edepsiz küfürleri bilirdi; ama Drako Stone, küfretmezdi. Bilmediğinden değil, istemediğinden küfretmezdi. Daima güzel şeyleri takdir etmeye meyilli tabiatı, buna izin vermezdi; çünkü güzel olan her şey, güzel sözcüklerle takdir edilirdi.
Ama şimdi...
"Seni adi İrlandalı! Seni..."
Şimdi Drako'nun gözü, yeryüzünde takdir edebileceği hiçbir şey görmediği gibi; aklı da ruhuna nüfuz eden öfke yüzünden doğru düzgün çalışmıyordu. Belki de bu sebepten, o ana kadar kimsenin Stoneville Dükü'nün ağzından duymadığı küfürler; ağır aksak ilerleyen arabanın sert iskeletine çarpıp yok oluyordu.
Eve vardıklarında, Shaun Murphy'i kovacaktı; bu kesindi. Hatta önce onun o geniş suratını, sokak dövüşçülerinden daha beter benzetecek; sonra büyük bir tatminle onu kovacaktı.
O adi pislik, bu zamana kadar Drako'nun hiç görmediği bir incelikle arabayı sürüyor; ne bir kez olsun çukura girip efendisinin bedenini sarsıyor ne de sokağın köşesini hızla dönerek kafasını bir yerlere çarpmasına neden oluyordu.
Adamın insanoğlunun ihtiyaçlarına karşı en ufak bir duyarlılığı yoktu, hele Drako'nunkilere karşı hiç yoktu! Zaten olsa; tam da şu anda arabayı son hızla sürer, bu esnada da hiçbir çukuru atlamayarak, efendisinin kafasını sürekli bir yerlere çarpmasına neden olurdu.
Sırtını, koyun derisinden koltuğa yaslarken, "Aşağılık piç!" diye homurdandı Drako. Ve sonra Peder'in yapamadığını yapıp kafasını arabanın sert köşesine kendisi vurdu. Birkaç kez vurdu. İşe yaramadı. Yaramasını da beklemiyordu zaten. Bu kafa, bu bedenden ayrılmadıkça; istediği sonucu alması mümkün olmayacaktı.
Daha dünkü çocuğun elinde oyuncak olmuştu. O çocuk ki, hiç utanmadan, amcası olan adamı göz göre göre yönlendirmeye kalkmıştı. Önüne bir yem atmış ve cahilce Drako'nun o yemin ardından ne geleceğini anlamadığını sanmıştı.
Kaşları çatılıp yüzü gerilirken, Elizabeth'in boyundan büyük işlere kalkıştığını düşünüyordu. O daha emeklerken, Drako'nun bu işlerdeki en ince detayı bile bilecek kadar uzmanlaştığını unutmuş olmalıydı. İş, kadınlara ve onların entrikalarına geldiğinde; deneyimlemediği bir şey kaldığını sanmıyordu.
Ne var ki son on dakikadır Elizabeth'in sesi hala kulaklarında bir uğultu gibi dolaşırken, yeni bir şeyler daha öğrenmek üzere olduğunu hissediyor; ısrarla ve tüm benliğiyle bunu kabullenmeyi reddediyordu.
Başını iki yana sallayarak, öfkeyle, "Tanrı aşkına!" diye homurdandı.
Drako Stone sonunda, ki o son en fazla bir gece sonrası olabilirdi, yatağa atma olasılığı yoksa; bir kadını asla takip etmezdi. Böyle bir olasılık yoksa, o kadının ne yaptığıyla zerre kadar ilgilenmezdi. Drako, aslında, birlikte olduğu kadınlarla da, yüzeysel flörtlerin ve tabii yatağın dışında, pek fazla ilgilenmezdi. O kadar ki; o kadınlar, birliktelikleri sırasında başka erkeklerin ilgisini kabul etse, Drako'nun umurunda olmazdı. Nihayetinde herkes özgürdü, herkes istediğini yapabilirdi.
O zaman, ne diye Elizabeth'in cümleleri; zembereği kopmuş bir saat gibi aynı hızlı ve tekrarlayan ritimle beynini meşgul ediyordu? Ve neden kendini daha önce hiç hissetmediği kadar öfkeli hissediyordu?
Başını iki yana sallamasının nedeni hem bu soruların cevabını vermeye hazır olmayışıyla hem de ısrarla zihnini meşgul eden cümleyle alakalıydı:
"Bay Pearson'la buluşmaya gitti... Bay Pearson'la buluşmaya gitti... Bay Pearson'la buluşmaya gitti..."
Gözlerini yumup bu kez de başını ardındaki yumuşak deriye vurdu. İyice saçmaladığının farkındaydı, ne var ki, farkında olması saçmalamasına engel olmuyordu. Aklı bir karış havada, duygularının emrine amade, şaşkın bir yeni yetme gibi düşünüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KADER BAĞLAYINCA
Historical FictionDrako Stone... Londra'daki çoğu kadın onu anlatmak için sadece "Stone" (taş) derdi. Ve bu; başkalarının, iyi ya da kötü, hakkında ne düşündüğünü zerre kadar umursamayan Drako'yu hiç gururlandırmazdı. Her türlü sorumluluktan uzak yaşayan bu adamın ha...