Ne kadar süre o halde kaldıklarını bilmiyordu Caroline. Sonrasında da bilemeyecekti; çünkü zaman kavramını yitirmişti. Gözyaşları sel olup akarken, bedeni arkadaşlarının desteğiyle ayakta durmaya çalışan bir et parçasından başka bir şey değildi. Beyni, bedenine de zihnine de hükmetmeyi bırakmıştı. Ne neye ağladığına dair bir fikri vardı ne de bu duruma nasıl son vereceğine. Sadece... Ağlıyordu.
Birilerinin sesini duyuyordu; ama kulağında hepsi birer uğultudan farksızdı. O seslerin kime ait olduğunu bilmiyordu ya da ne anlattığını. Net olarak duyduğu; kalın, boğuk ve alışılmadık ölçüde tuhaf bir sesti ve Caroline, zaman zaman hıçkırıklarla ve titrek nefes alış verişlerle kesilen, bu sesin kendine ait olduğunu anlamaktan çok uzaktı.
"Caroline! Tanrı aşkına Caroline! Kendine gel!"
Elizabeth, Caroline'ın gözyaşlarını minnetle karşılamıştı. Arkadaşı için üzülmüştü, evet; ama daha çok Tanrı'ya şükran duymuştu, sonunda Caroline'ın hissettiklerini dışa vurmasına izin verdiği için. Vakti gelmişti çünkü, hatta geçiyordu bile! Caroline'ın da herkes kadar, ağlayarak başlamış olsa bile, birileriyle konuşmaya ihtiyacı vardı ve onun hislerine yenik düştüğü şu anda hem kendisinin hem de Carol'ın onun yanında olmasını büyük bir şans olarak görmüştü Elizabeth. O ve Carol, Caroline'ı hiç yargılamadan dinleyebilirler ve sonrasında, içinden çıkılamaz gibi görünen her şeyin, aslında, o kadar da içinden çıkılamayacak gibi olmadığını ona gösterebilirlerdi.
"Elizabeth!"
Carol'ın dehşete düşmüş sesi, kafasında kurduklarının boş bir hayalden başka bir şey olmadığını Elizabeth'in iyice anlamasına neden oldu.
Caroline içini falan dökmemişti, dökememişti! Yaklaşık on dakikadır ağlıyordu ve bunun son birkaç dakikasında ağlaması, katıla katıla gülme ve hıçkırıklar arasında gezindiği için arkadaşlarının endişeyle kıvranmasına neden olmuştu.
"Tanrım!" diye mırıldandı Elizabeth, koltuğa uzattıkları arkadaşına bakarak. "Yardım et!"
Kendini tutmasa, o da Caroline'ın peşine düşüp ağlayabilirdi. Yıllardır en yakın arkadaşı olan kadının kapalı gözlerinden süzülen sicim gibi gözyaşları karşısında kendine güçlü olmayı telkin etmek o kadar zordu ki!
Carol, koltuğa oturup Caroline'ın başını dizlerinin üstüne koymuş, dağılmış saçlarını alnından geriye doğru sıvazlarken, "Caroline!" diyordu. "Ne olur kendine gel! Neden ağlıyorsun bilmiyorum; ama her şeyin bir çaresi vardır." Caroline onu duymamış gibi göğüs kafesi sarsıla sarsıla ağlamaya devam edince de bu kez onu azarlamayı tercih ediyordu: "Kes şunu! Kimse bu kadar ağlamana değmez! Hele de solucandan daha aciz bir sürüngen hiç değmez!"
Caroline cevap olarak bir an susmuş, ama çok geçmeden suskunluğunun nedeninin derin bir soluk almak için verdiği içgüdüsel ara olduğu anlaşılmıştı.
"Elizabeth!"
Elizabeth, Carol'ın en az sesi kadar gergin görünen suratına baktı. Arkadaşı, hissettiği çaresizliği sonuna kadar hissettiren bir sesle, "Ne yapacağız?" diye sordu.
Gerçekten, ne yapacaklardı? Burada, eli kolu bağlı iki aciz kadın gibi oturmanın kimseye bir faydası olmadığı ortadaydı ve o anda Elizabeth'in aklına gelen tek bir çözüm vardı:
"Dominic'i çağıracağım! O ne yapılacağını bilir!"
"Haklısın! Çok haklısın!"
Carol'ın ses tonu o kadar medet umar bir hevesle doluydu ki başka zaman olsa Elizabeth hiç tereddütsüz kahkahayı basıverirdi. Oysa şimdi, hiç oyalanmadan, kapıya doğru yürüyüşten çok koşuya benzer birkaç adım atmıştı. Ne var ki daha koluna uzanamadan ağır ahşap ona doğru aralanmaya başlamıştı bile! Biri, Elizabeth'ten daha çabuk davranmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KADER BAĞLAYINCA
Historical FictionDrako Stone... Londra'daki çoğu kadın onu anlatmak için sadece "Stone" (taş) derdi. Ve bu; başkalarının, iyi ya da kötü, hakkında ne düşündüğünü zerre kadar umursamayan Drako'yu hiç gururlandırmazdı. Her türlü sorumluluktan uzak yaşayan bu adamın ha...