"Bir gün, daha fazla ne kadar zorlaşabilir?" diye düşündü Caroline.
Oysa aklından geçenlere inat, yüzü çok ama çok sakindi. Hatta hafif tebessümü, fincanından bir yudum çay alırken bile değişmiyordu.
Aslında kimsenin ona dikkat ettiği yoktu; çünkü herkesin dikkati, odadaki iki yaşlı kadının arasına oturmuş erkeğin üzerindeydi. Kabul etmeliydi ki giyimiyle, duruşuyla, konuşmasıyla hangi ortama girse; oranın yıldızı olabilirdi. Yine kabul etmeliydi ki çok az erkek, onun eline su dökebilirdi.
Ve Caroline, onun karşısında bu kıyafetle oturmaktan rahatsızdı.
Aynaya son baktığında; ışıltılı kadifenin bedenini sarmalayışını kendi bile beğenmişti. Hatta elbisenin yakası bu kez onu ilk giydiğinde olduğu gibi rahatsız da etmemişti. Biraz açıktı; ama biraz açıklığın kime ne zararı vardı ki?
Oysa şimdi, elinde fincanı, oturduğu koltuğun kenarında zarif bir kuğu gibi erkeği dinlerken; bağrındaki açıklıktan da göğüslerinin etrafında gerilen kumaştan da rahatsız oluyordu.
Yaklaşık yarım saat önce, Elizabeth; artık elbisesini çıkarmasının son derece anlamsız olduğunu, misafirini böyle de karşılayabileceğini, üstelik de onun karşısında yaklaşan yemeğin ilk provasını yapabileceğini söylemişti. Kurduğu mantık, akla bu denli yatkın olmasa; sabahki konuşmalarının ardından, Elizabeth'in niyetinden kuşku duyabilirdi Caroline.
Bay Pearson; koyu lacivert pantolonunun üzerine giydiği şarap rengi ceketi, bohem bir rahatlıkla bağlanmış boyun bağıyla kapıda göründüğü anda; Elizabeth'i masum ilan etmek için henüz erken olabileceğini düşünmüştü Caroline. Hele de erkeğin bakışları elini öpmek için eğilmeden önce üzerinde şeytani bir ışıltıyla dolaşınca, Elizabeth'in niyetinin kesinlikle masum olmadığına kesin olarak karar vermişti.
Bay Pearson, geç kaldığı için özürler dilemiş; Londra dışında olduğunu, Hampton Kontunun yazlık evi konusundaki bitmek tükenmek bilmeyen isteklerinden ancak kurtulduğunu eklemişti. Tabii bahanesini çok daha uygun bir üslupla, çok daha dolaylı yoldan söylemişti.
Caroline, Hampton Kontunun nasıl mızmız ve aklı karışık bir adam olduğunu bilmese de ondan özür dileyerek mazeretini bildiren bir beyefendiyi geri çeviremezdi. Belki Cooper, Bay Pearson'ın ziyaretini haber verdiğinde, uygun olmadığını söyleyerek onu geri çevirebilirdi; ama ne yazık ki o daha ağzını açamadan Elizabeth, Cooper'a misafirlerini hangi odaya alacağının talimatını vermeye başlamıştı bile.
Caroline, genç mimarın bakışlarını, yanındaki leydilerin kahkahaları eşliğinde, yeniden üzerinde hissettiğinde, "Elizabeth'i öldüreceğim!" diye düşündü.
Bay Pearson'ı büyük kontesin en sevdiği odada kabul etmişlerdi. Bunun ne kadar yanlış bir tercih olduğu, Bay Pearson'la daha Taş Ev'le ilgili planlarından konuşmaya başlayamadan varlığıyla odayı şereflendiren büyük kontesten ve Drako'nun halasından belli olmuştu.
Getrude Hala, kaşlarından birini, tıpkı yeğeni gibi havaya kaldırırken, Bay Pearson'ı tepeden tırnağa süzmüş; sonra Caroline'ı da aynı işlemden geçirmişti. İşte o anda Caroline, Elizabeth'i öldürmekten vazgeçip odadaki varlığından ötürü arkadaşına minnettar olmuştu.
Bay Pearson, cazibeli bir gülümsemeyle ayağa kalkarak iki leydiye takdim edildiğinde; bir iki sözcükle onları etkisi altına almayı başarmıştı. O kadar ki; en sonunda büyük kontes, kendileri için getirilen çay ve biküvilerden bir servis de Bay Pearson'a açılması için talimat vermişti. Caroline da tüm bu süre boyunca, her zamanki sakinliğiyle olan biteni gözlemlemekle yetinmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KADER BAĞLAYINCA
Historical FictionDrako Stone... Londra'daki çoğu kadın onu anlatmak için sadece "Stone" (taş) derdi. Ve bu; başkalarının, iyi ya da kötü, hakkında ne düşündüğünü zerre kadar umursamayan Drako'yu hiç gururlandırmazdı. Her türlü sorumluluktan uzak yaşayan bu adamın ha...