3. Araf ♠

158K 9.8K 2.2K
                                    

Ruhumun dik yokuşlarından yuvarlanan hayallerim aşina ol- dukları zemine çakılırlarken çıtlarını çıkarmamaya alışmışlardı. Susmalarımın her daim vardı bir bildiği; kimse benim gibi parça- lara ayrılmasın diye damağıma yapışmıştı acı cümlelerim. Kaçışı- ma zemin hazırlayan kelimeler kulaklarımı tırmalarken, tenime çarpan ayazın verdiği sızı azımsanacak gibi değildi.

Yüzüstü yattığım sert zemin göğsüme baskı yaparak beni üze- rinden atmaya çalışıyordu. Puslu bilincim açıklamakta ısrarcıydı ama bedenim daha yumuşak ve sıcak bir yer istiyordu uykunun derinliklerine sızmak için. Parmaklarımı içe doğru kıvırdığımda avucuma dolan soğuk toprakla, kapalı kalmaya doyamayan göz- lerim aniden açıldı. Baldırlarımı kalçalarımın altında kalacak po- zisyona getirip, içgüdüsel olarak ellerimi kendime sardım. Alaca- karanlığın hâkim olduğu ve ıssızlığı bile gölgede bırakacak kadar ıssız olan bu yere nasıl geldiğimi elbette biliyordum.

Teklifini kabul ettiğimi söylediğimde Alya'nın görülmeye de- ğer ifadesi dimağıma bir on puan kazısa da, çatıya çıkıp ilk güneş ışıklarıyla dönüşümü sağlarken o on puanın yanında koca bir soru işareti bırakmıştı. Doğmak üzere olan güneşe bakarak içinden bir şeyler söyledi.

Sonra benden, "Görünürlüğüm Alya'nındır," sözlerini telaf fuz etmemi istedi. Buna eş zamanlı olarak bedenimde başlayan karıncalanma can yakacak kadar yoğundu.

Doğduğum topraklara ayaklarımın değdiği son saniyelerde görüntü puslanırken, "Özür dilerim Hare, çok özür dilerim," sözlerine anlam vermeye çalış- tım. Fakat fırsatım olmadan derin bir karanlığa büründü zihnim. Sonrasında, en az benim kadar yorgun ve bed renkli bir ağacın altında, kararmaya yüz tutmuş havaya rağmen etrafımda olup bitenleri idrak etmeye çalıştım. Koşullar bana net bir açıklama yapmaktan kaçınırken, üzerimdeki pudra rengi elbisemle birlikte ayağa kalkıp rasgele ilerlemeye başladım. Ayağımın altında kalan toprağın rengi çok tuhaftı ve balçık kıvamındaydı.

Şiddetli soğuk sertçe tenimi ısırırken, hırkamın önünü birleştirip yürü- düm. Uzaktaydım ancak gördüğüm kadarıyla tek tük yapılar vardı. Ev denemeyecek kadar farklılardı. Renk yoktu; her şey ya gri ya da toprak rengiydi. Her yer soluktu ve bana yardım edebilecek tek bir kişi bile yoktu. En tuhafı ise tek katlı yapılar birbirine çok uzaktı. Issız sokaklarda değil kimseyi görmek, sokak hayvanları- na bile rastlamadı bakışlarım. Bir an, Alya'nın gerçekten burada yaşadığına inanamadım. Metrelerce yürüdükten sonra adımlarım ilk rastladığım evin önünde durduğunda, sesimin titrememesi için yutkunarak kapıya doğru seslendim.

"Hey! Kimse yok mu?"

Sert esen rüzgârın rahatsızlık verdiği yapraklardan başka bir şeyin sesini duyamıyordum. Camlara vurmak için evin etrafın- da döndüğümde gözlerime inanamadım; tüm camlar simsiyahtı! Başımı hızla diğer evlere çevirdiğimde görebildiğim kadarıyla, onların da bu evden farkı olmadıklarını anladım. İçime doğrudan korku silsilesi yayılırken, geriye doğru birkaç adım atıp uzaklaş-maya çalıştım.

"Kimsin sen?"

Son attığım adımla olduğum yerde kalırken, korkuyla çatılan kaşlarımı mümkün olduğu kadar düzeltip ufak adımlarla arkama döndüm. Kumral, uzun boylu bir adam vardı ve tıpkı Alya gibi teni bembeyazdı, dudaklarının rengi ise mora çalıyordu.

"Adım Hare."

"Soyadını söyle," dedi sert bir sesle.

Sanki beni öldürecekmiş gibi açık kahverengi gözleriyle direkt gözlerimin içine bakmasaydı sorularını daha seri yanıtlayabilirdim belki.

HİS 🔥  (Yeniden Yayınlanıyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin