53. Küf ♠

42.3K 3.6K 465
                                    

Aldığım kısa ve titrek nefesler bedenimi etkisi altına almaya hazırlanan zelzelenin işaretiyken, benliğimin çok daha meyus olacağı acı bir tokat gibi patladı yüzümde. Bir adım geri gidemeyecek kadar bileklerimden prangalı, bir adım ileri gidemeyecek kadar donuktum. Öyle ki ruhumu şeytana emanet etmiş, bu adamın karşısında sadece bedenimle duruyor gibiydim.

Beklenti dolu gözlerine baktığımda midemin bulandığını hissettim. Asıl canımı yakan, onun karşısında bu kadar çaresiz kalmaktı esasen. Açıkça tehdit etmemişti beni çünkü dudaklarından zorlayıcı tek kelime dahi dökülmemişti. Ancak bilhassa bakışları tehlikeyi ve hileyi barındırıyordu. O gece orada olmasaydım eğer, ertesi gece Ateş bu şehirde olmayabilirdi. İhtimali bile vücudum- daki tüm kanın çekilmesine sebep olurken, hislerimin üzerine kalın bir kırağı tabakası örttü acımasızca. Sadece ihtimali bile nefesimi kesmeye yetiyordu. Sırf bu yüzden, o ihtimale bir adım dahi yaklaşmamak adına oradaydım. Belki aptaldım, hatta çok daha fazlasını içeren tüm kalıplara dâhil olabilirdim. Fakat tüm bunları bir kenara bırakırsam, bizzat iliklerine kadar âşık bir kadın olarak oradaydım.

“Bir şeyler içer misin fıstığım?” diye sordu bomboş bakışları- mı görmezden gelerek, sadece zevahirimi görmesi yetiyordu ona. Ruhum kimin umurundaydı?

“Hayır,” dedim bomboş bir ses ve boş vermiş bir tınıyla. Keza şimdi kendimi tamamıyla boş vermiştim. Ne olacaksa bir an önce olsun bitsin, diye geçirdim içimden. Kötü bir kâbus gibi yaşanıp bitmesini diledim ama adım gibi biliyordum ki bu kötü kâbusun yansımaları son nefesime dek kaburgalarıma kazılı kalacaktı.

“Acelen ne?” diye sordu bu sefer. “Nasıl olsa benimlesin bundan sonra, alışmaya bak.”
Alışmak… Zaruri alışmalara çoğu kez tabi tutulmuşken, benimsemek hep benden bir adım ötede durmuştu. Yılmış bir edayla derin bir nefes verdim ve yatağın hemen önüne hazırlanmış büyük masaya doğru adımladım. Masa çeşitli yemeklerle donatılmış, içki şişeleri boy boy kenarına konumlandırılmıştı. Rasgele bir tanesini alıp boş kadehe doldurdum ve vakit kaybetmeden başıma diktim. Yüzümü ekşitemeyecek kadar uyuşmuştum. Kaldığım odaya nazaran duvar diplerine yerleştirilmiş ısıtıcılara kaydı bakışlarım, çıplak bedenimi ısıtmak için arsızca bekliyor gibiydi- ler. Ayağımın yanması pahasına, hepsine okkalı bir tekme savur- mak istedim ve sonra bir kadeh daha içtim, sırtımdaki pervasız bakışları yok saymaya çalışarak. Ruhum büyük isyandaydı.

“Çarpar, dikkat et.”

Onu duymazdan gelmek bir yana, tam da o an buharlaşıp yok olmasını istiyordum. Her bir zerresi havaya karışmalı ve benden en uzak noktaya savrulmalıydı. Doldurduğum üçüncü kadehi başıma dikmek üzereyken elalarıma takılan detay mümkünmüş gibi daha bir yaktı canımı. Beyaz komodinin hemen üzerinde duran gümüş rengi toka benim olabilir miydi? Dolu kadehi masanın üzerine bıraktım ve ağır ağır oraya doğru yürüdüm. Adımlarım komodinin önünde durduğunda elimi usulca uzatıp kavradım, çekiniyordum. Daha şimdiden elimi yakıyordu sanki. Uzun uzun baktım avucumun içindeki tokaya; bu oydu. Haftalar önce saçlarıma iliştirdiği tokayı ilk kez görüyordum. İçine düştüğüm kaosa, tükendiğini sandığım gözyaşlarım eşlik etti. Gri küçük oyukların içine itinayla yerleştirilen yeşil küçük taşlar hüzünle parladı yazgıma eşlik edercesine. “Artık onu avuçlarının arasında tutmanın bir anlamı var mı?” diye fısıldadı ensemdeki nefes. Haklıydı, dönebileceğim tüm kavşakları alaşağı etmiş, bu harbi o kazanmıştı.

Omuzlarımdan tutup beni kendisine çevirdiği anda avuçlarımdan kayıp giden toka onun ayaklarının dibine düştü. Düşerken çıkardığı tok ses zihnimin dar odacıklarında milyon kez yankılandı. Damir, harelerine kazıdığı zaferle gülümserken ruhumun çürüdüğünü hissettim ve dudaklarını omzuma bastırdığında önce küf kokusunu duyumsadım. Ruhum çürümüş, kalbim haşlanmıştı. O anda elime bir bıçak verseler, acımasızca deşerdim öptüğü yeri.

HİS 🔥  (Yeniden Yayınlanıyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin