56. Tütsü ♠

51.3K 3.8K 450
                                    

Kent öyle ölüydü ki gün ağaramıyordu. Öyle ölüydü ki ağaçlar korkuyordu yeşile çalmaktan ve öyle ölüydü ki tek bir an bile hayal kurdurmuyordu. Nefesime, sıcaklığıma, bilhassa edeceğim tebessüme dahi düşmandı. Ruhlar Şehri, bedenimin sonsuzluğa karışacağı günü iple çekiyordu. Fazlalıktım orada, damarlarımda gezinen sıcak kandan atan kalbime değin fazlaydım. Ancak dışla- nan kalbim, bu kentin bir sakinine ölesiye meftundu ve tam da bu sebepten kifayetsiz kalıyordu tüm cümlelerim.

Tuhaftı, tuhafı gölgede bırakacak kadar tuhaftı hatta. Yokluğundan çekinmem, yokluğuna sinirlenmem veyahut yokluğuna kırılmam, çoğu zaman kendimi akıl hastası gibi hissetmeme sebep oluyordu. Bundan artakalan zamanlarda da kendimle çelişiyordum. Uzun zamandır ne iç sesimle inatlaşmalarımın haddi hesabı vardı, ne de hislerime sunduğum inkârlarımın.

Yeniliyordum, her seferinde üzerine basa basa mağlup oluyordum. Yine de akıllanmıyordum. Geri dönmeyi beklerken Lazan’a uzanan yolda nereye gideceğimizi sormaktan imtina ettim. Aklım çok başka yerlerdeydi, geceyi düşünüyordum. Göremediğim mavilerine kazıdığım anlattıracağım kelimesini ne kadar içten söylersem söyleyeyim, esasen bunu nasıl yapacağım hâlâ koca bir muammaydı zihnimde. Ardından uzun uzadıya sessizliğimizi koruyarak arabaya geçişimiz kadar, yol aldığımız güzergâhta da çıtımız çıkmadı. Ne düşündüğünü en çok merak ettiğim anlardan birinde, arabanın sıcaklığına sinmiş kahve kokusuna bulandım.

Defalarca hemen yanımda duran varlığına gözlerimi değdirip, sanki yakalanmış gibi aceleyle çektim. Lazan’ın afili girişini geçtikten kısa süre sonra dar bir sokağa saptık. Bu kısımda gördüğüm muhtemelen en sakin sokak- tı. Birbirine yakın olan yapıların camekânları, el işlemesi takılar ve kitaplarla bezenmişti. Ara ara yer alan topraktan heykeller ise tam anlamıyla sokağa garip bir hava katmıştı. Dikkatle etrafı gözlemlerken sokağı arkamızda bıraktık ve uygun bir yerde durduk. Dikiz aynasından bir kez daha sokağa bakıp sonrasında ona çevir- dim elalarımı. Oraya neden gittiğimizi bilmiyordum, ancak yine sormayacaktım.

“Beni göremediğini bilmesem, gözlerini benden alamadığını düşünebilirdim,” dedi soğuk sesine alay karıştırarak.

Ardından, bana söz hakkı tanımadan açıp kapattığı sürücü kapısından indiğini anladım. Hemen ardından gözlerimi devirerek aşağı inerken, daha o saniyede bel kıvrımıma koyduğu eliyle bedenimi yürümeye teşvik etti. Az önce geçtiğimiz sokağa yönelen adımlarımız seri bir şekilde ilerliyordu. Daha çok orta yaşlı, hatta yaşlı insanlara ev sahipliği yapan sokağın ortasına geldiğimizde duraksadık. Önünde durduğumuz dükkân bir kitapçıydı. Bizi görmesiyle elindeki kitapları hemen önündeki rafa bırakan yaşlı adam ağır adımlarla dışarı çıktı.

Yaklaştıkça netleşen çehresine odaklandım. Muhtemelen alt- mışlı yaşlarının sonunda, temiz yüzlü bir adamdı. Saçları üst- lerden açılmış, kısa boylu, ton ton diye tabir edilen amca tiplemelerine birebir uymasının yanı sıra, koyu renk gözlerinin altını mesken tutan çizgilerin her biri bir tecrübe niteliğindeymiş gibi bilge bakışları vardı.

“Ateş,” dedi gür sesiyle hemen yanımızda biterken. “Bu sensin değil mi?”

Omzumdan uzaklaşan elleri kısa süre sonra adamın havaya kalkan eliyle buluşmuş olacak ki çok geçmeden vuku buldu kısmi gördüğüm tokalaşma.

“Benim.” Kısa ve net cevabını tamamladı. “Çayını içmeye geldim.”

Çay dedikleri şey, evde sıklıkla yaptığımız tohum karışımıydı. Oysa dakikalarca demlenmiş tavşankanı çaya nelerimi vermezdim. Tadı hâlâ damağımdaydı.

HİS 🔥  (Yeniden Yayınlanıyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin