49. Narkoz ♠

53.8K 3.7K 418
                                    

Yaşanmışlıkların kalbime attığı her dikiş, ilmek ilmek söküldüğünde saniyeler titredi. Yelkovan ve akrebin gölgesi enkaz olup devriliverdi üzerime. Benliğim göçük altındaydı. Zihnimin içinde dönen tüm düşünceler ufalanarak kentin ölü toprağına serpiştirildi ve ben kendime bir türlü ulaşamadım.

Onun engebeli topraklarında, hududu aşmış düşman askeri gibi şaşkınca kalakaldım. Bir yanımda o toprakları ele geçirmek için yükselen delici bir istek, diğer yanımda ise mağlubiyetin küflü korkusunu taşıyordum. Oysa çoktan yenilmiş biri mağlup olabilir miydi?
Attığı iri adımlar kurumaya yüz tutmuş soluk renkli yaprakları ezerken, çıkardığı ses utancımın sağır edici sesinin yanında cılız kaldı. Tıpkı onun heybetli bedeninin kucakladığı çapım gibi. Koşarak geçtiğim patika yolları şimdi onun kollarında geri dönüyordum. Sıkı sıkıya kavradığım gömleğinden kopan birkaç düğmeyi ormana yadigâr bırakırken, gözlerimi kapatarak açıkta kalan göğsünden sıyrılan mistik kokusunu soludum. Kokusu öyle efsunkârdı ki içim almıyordu, öte yandan bu denli davetkârken içim içime sığmıyordu.
Çok değil bir saniye daha beni kucaklamasaydı orada yığılıp kalabilirdim. Takatimin son katresini emen yorgunluk değil, dudaklarıma bıraktığı tadıydı. O yakıcı tat, dudaklarımın ince yarıklarından süzülerek kanıma karışmıştı. Omurgamda bir meşale yakmıştı ve o meşalenin tutucusu Ateş’ti. Ne yana savursa o yanım tutuşarak alaşağı olacaktı.

Bedenimi, ilk kez gördüğüm siyah demir arabaya itinayla yerleştirirken konuşmadı. Aslında konuşmaması lehimeydi, zira ona cevap verebileceğimden emin değildim. Dakikalar süren yolculukta gözlerimi kapatmamak için kendimle giriştiğim çetin sa- vaştan, aracın evin önünde durmasıyla galip bir şekilde ayrıldım. Sürücü kapısının açılıp kapanmasıyla onun indiğini anlayarak ben de kapının koluna doğru bir hamle yapmıştım ki henüz bir kuvvet uygulayamadan kapı kendiliğinden açıldı. Yürüyüp yürüyemediğimi dahi sorgulamadan tekrar kucakladığı bedenimi araçtan çıkardıktan hemen sonra hızlı adımlarla eve giriş yaptık. Derin’in buralarda olabileceğini düşünerek etrafıma bakındım ama kimse yoktu. Üzerim toz toprak içindeydi ve tek başıma temizlenemeyecek kadar bitap haldeydim.

Beni koltuğa bıraktı usulca, ardından yanımdan ayrıldı. Elimi ağır ağır kaldırıp alnımdan şakağıma uzanan kurumuş kan leke- sine dokundum. Yaranın olduğu bölgeyi hissedemiyordum, fena çarpmıştım. Çok geçmeden adım sesleri tekrar yanımı bulduğun- da çaprazımda duran masada su dolu bir kap belirdi. Hemen ardından biten bedeninin önümde diz çöktüğünü hissettim. Bana bu denli yakınken, koyu mavilerinin çehremde dolaştığına bu kadar eminken, nereye bakacağımı bilemez haldeydim.

Bir istikamet belirleyemeyen bakışlarımı dizlerimin üzerindeki ellerime düşürdüğüm sırada alnımda sızlayan yaraya dokundu. Oradaki sızı, parmak uçlarındaki narkozu emdi ve acı en aza indirgendi.

“Acıyor mu?” diye sordu tok bir sesle. Ne diyeceğimi bilemedim. Konuşma yetimi kaybetmiş gibiydim. Yanıt vermeyişimi umursamadı. “Acımasın,” diye fısıldadı. Yutkunmama engel olamadım.

Acımamı istemiyordu, beni defalarca acıtan adam.
Başımı iki yana salladım usulca. Soğuk, dakikalardır bana uğramazken gösterdiği imtiyazın geçiciliğinin farkındaydım. “Yalan söyleme, çok derin.” Sesinde daha önce hiç duymadığım bir tını vardı. “Muhtemelen iz kalacak.”

Biliyor muydu? Asıl sızı dudaklarımdaydı artık, kalıcı olan ise dudaklarıma bıraktığı izdi.
Kaptaki berrak suda ufak dalgalanmaların meydana gelmesiyle yaramı temizleyeceğini anladım. Normalde kan tutardı beni, öyle ki diş çektirirken bile ağabeyimin elini sıkardım korkudan. İşlem bittiğinde ellerinin üzerinde tırnaklarımın hilal izi çıkardı da ağzını açıp tek laf etmezdi. Şimdi mızmızlansam, korkup kendimi geriye çeksem Ateş bana kızar mıydı?

HİS 🔥  (Yeniden Yayınlanıyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin