"Bölüm şarkısı "SE BIRA'dan TURNAM GIDERSEN MARDİN'e"
*
Hava karardığında şehrin üzerine çöken karanlık gibi, benim de yüreğime bir karanlık çöküyordu ve umutlarım tükeniveriyordu. Ama sabahları gözlerimi bi açtığımda, küçücük bir umut filizleniveriyordu avuçlarımda. Gülümsüyordu bana ve 'herşey çok güzel olacak' diye fısıldıyordu.
Sımsıkı tutuyordum umudumu, akşam olunca yine gitmesin diye.
İnsan susuz üç gün, yemeksiz bir ay, uykusuz sekiz gün yaşayabilirmiş ama umudu olmadan bir gün bile yaşayamazmış bunu çok iyi öğrenmiştim. Umudunu kaybeden; ya aklını kaybedermiş, yada ölüme sarılırmış.
Tıpkı benim dün umudumu kaybedip, o silahı kafama dayadığım gibi.
Ne olursa olsun insan hayatından vazgeçmemeliymiş. Ama bazen öyle bir ruh haline giriyorki insan, ne akıl kalıyor nede mantık. Tıpkı bir insanın intihar etmesi gibi.
Hiçbir insan güle oynaya intihar edip, hayatından vazgeçmez biliyorum. İntihar eden bir insanın ne durumda olduğunu, onu intihara sürükleyen sebeplere bakılmalı her zaman. Bu sebeplerin altında yatan en önemli etken "umuttu" ve bu yüzden insan umudunu hiçbir zaman kaybetmemeli. Umutsuzluk ölümle eş değerdir çünkü.Sabah olmuştu ve karanlık yerini aydınlığa bırakmıştı. Kışın son ayında güneş yüzünü sıkça gösteriyordu bize. Yalnız buna sevinemiyor, tam tersi çok üzülüyordum. Dışarısı güneşliydi ama ben bu odada kaldığım sürece, yüreğim zemherinim soğuğuna mahkûmdu.
Bütün gece bir Kerem'i, bir de Cengiz'i düşünmekten gözlerime uyku girmemişti. Kerem'e olan özlemim bir yana, Cengiz'i merak etmeden de edemiyordum. O tetiğe ben basmıştım ve suçlusuda bendim. Bana yaşattığı onca acıya rağmen ona en ufak bir zarar gelmesini istemiyordum. Ben sadece peşimi bırakmasını, o sağ ben selamet yaşamak istiyordum.
Sibel gecenin bir yarısında yanıma gelip, Cengiz'in durumunun iyi olduğunu söylemişti. Biraz fazla kan kaybettiği için kendisine kan verildiğini ve bir iki gün müşaade altında kalacağını söylemişti.
Bunları duymakla birlikte rahat bir nefes almıştım. Yine de içimde bir endişe vardı hala. Cengiz hastaneden çıkıp karşıma dikildiğinde, onun yüzüne nasıl bakacaktım bilmiyorum. Üstelik bu sefer bana neler yapabileceğini kestiremiyordum bile. Cengiz, söylediklerimin acısını çıkarırdı elbet.Başımı yastıktan kaldırıp, uzandığım koltuktan doğruldum. Evet koltukta uyumuştum ben. Midem kaldırmıyordu, bunca şeye rağmen o yatakta uyuyamazdım. Yatağın bir suçu yoktu biliyorum ama insan sinirlenince birşeyleri kırıp döker ya, bende sinirimi ondan çıkartıyordum. Belki kırıp dökmüyordum ama bende tavrımı bu şekilde ortaya koyuyordum.
Çalan kapının sesiyle ayağa kalkıp, kapıyı açtım. Sibel elinde tepsiyle bana kahvaltı getirmişti. Elindeki tepsiyi alıp, Sibel'i içeriye buyur ettim. Sibel odaya geçip az önce uykudan uyandığım koltuğa oturdu. Bende tepsiyi sehpaya bırak, onun yanına oturdum.
"Nasıl, uyuyabildin mi?" diye sordu Sibel, sakin bir ses tonuyla.
Ellerimle saçlarımı geriye doğru ittim. Derin bir nefes alarak; Sibel'in sorusunu cevapladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kopsun KIYAMET
RomanceHayatımın en büyük şokunu evliliğimin ikinci gününde yaşadım.! Evlendiğim adamın evli ve ikide çocuğu olduğunu öğrendiğimde, dünyam başıma yıkılmıştı. Birbuçuk yıl gibi uzun bir ilişkiden sonra muhteşem bir düğünle dünya evine girdigimi düşünürken...