"Bölüm şarkısı AYNUR DOĞAN'dan HEJİROKE⬆"
*
Ağıtlarla uyandığım kaçıncı sabahtı bu bilmiyorum? Her sabah ve her akşam aynı ses, aynı isim, aynı ağıt ve aynı acı..
Ölümden sonraki soğukluk devam ediyordu. Hemde hergün biraz daha ağırlaşarak.
Saatler, günler, haftalar geçiyordu ama o gelmiyordu!
Gün geçtikçe onun yokluğu biraz daha belli oluyordu.
Sibel ölmüştü. Kabullenmek ne kadar zor olsada gerçek olan buydu. Masum, iyi kalpli, fedakar bir kadın daha gözlerini hayata yummuştu. Kötülerin kötülükleri, iyi bir insanı daha bu dünyadan koparmıştı. Hani eskiler hep derlerdi ya "iyiler erken ölür" diye. Bu sözün gerçekliğini şimdi daha iyi kavramıştım.Sibel'le fazla vakit geçirememiştik ama geçirdiğimiz kısa vakitte birbirimizi çok iyi tanımış ve anlamıştık. Sibel'in ölümü hepimizi en derinden sarsmıştı. Onun ölümünden hala kendimi suçluyordum ve benimle aynı düşüncede olan birçok insan vardı. Cengiz dışında bu evdeki herkes beni suçluyordu. Vicdan azabından yanıp tutuşuyordum.
Olan Sibel'in arkasında bıraktığı iki küçük çocuğa olmuştu. Onlara her baktığımda, ömrümden ömür gidiyordu. Hala çok küçüklerdi. Annelerinin öldüğünü biliyorlardı ama nasıl büyük bir kayıp verdiklerinin hala farkında değillerdi. İnsan büyüdükçe kaybettiği şeyin ne kadar büyük olduğunu anlıyordu. Şimdi bir dediklerini ikiletmeyen, onlara gözleri gibi bakan birçok insan vardı yanlarında. O yüzden annelerinin yokluğunu çokta anlamıyorlardı. Ama yanlız kaldıklarında ve büyümeye başladıklarında, işte o zaman annesizliğin ne demek olduğunu anlayacaklardı. Bende kaybetmiştim, o yüzden onları en iyi ben anlıyordum. Yinede onlar benden daha şanslılardı. Çünkü ben babamıda aynı anda kaybetmiştim ama onların hiç olmazsa bir babaları vardı.
Bu eve geldiğim gün, nasıl dayanacağımı bilmiyordum. Nefesim daralıyor, boğulacak gibi oluyordum sürekli. Sonra birde bakmıştım ki, iki küçük çocuk bana dertlerimi unutturuyor, sabrımı genişletiyordu. Bundan aylar önce biri çıkıp bana "Cengiz'in çocukları sana iyi gelecek" deseydi, onun deli olduğunu düşünürdüm herhalde. Ama oluyormuş demek ki. Acılarım onlar sayesinde biraz olsun hafifliyor, gülmeyen yüzüm onlar sayesinde tebessüm ediyordu. Ben onlara çok alışmıştım ve aynı şekilde onlarda bana. Onları ben uyutuyor, giydiriyor, yedirip içiriyordum. Evdeki herkes bundan rahatsızlık duysada, ben bunu kendime bir borç biliyordum. Ve burada kaldığım sürecede onlara gözüm gibi bakmaya devam edecektim.
Herşey geçip giderken, geçmeyen tekbir şey vardı.
"Kerem."
Onun yokluğu her geçen gün biraz daha boğuyordu beni. Onu unutmayı gerçekten denemiştim ama olmuyordu. Özlemin dibine vurmuştum artık. Bunun bir üst seviyesi olabilir miydi bilmiyorum?
Sibel öldükten bir hafta sonra Kerem'de, Cengiz'de hapisten çıkmışlardı. Cengiz bana söz verdiği üzere şikayetini geri çekmişti. Kerem'de davasını geri çekince hakim ikisinede beraat kararı vermişti.
Kerem hapisten çıkar çıkmaz soluğu Mardin'de almıştı. Benim burada olduğumu öğrenmiş olacak ki, defalarca kapıya gelmişti ve gelmeyede devam ediyordu. Ama birkez olsun karşına çıkmamıştım. Sadece bir pencereden, uzaktan izlemiştim onu...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kopsun KIYAMET
RomanceHayatımın en büyük şokunu evliliğimin ikinci gününde yaşadım.! Evlendiğim adamın evli ve ikide çocuğu olduğunu öğrendiğimde, dünyam başıma yıkılmıştı. Birbuçuk yıl gibi uzun bir ilişkiden sonra muhteşem bir düğünle dünya evine girdigimi düşünürken...