Albina siyah ve göğsünden beline kadar taşlarla bezeli bir elbise giydi. Dalgalı saçlarını biraz daha dağıtıp salık bıraktı. Odasından çıktı ve aşağıya inmeye başladı. Müzik sesleri gelmeye başlamıştı. Alt kattaki geniş avlu insanlarla doluydu. Herkes Hava'nın dönmesini kutluyordu. Konuşmalar, kahkahalar, dokuşturulan içki kadehleri...
Albina aşağıya indiğinde bütün bakışlar ona dönmüştü. Hava Albina'ya elini uzattı. Albina içtenlikle elini tutarken Hava onu insanlara doğru döndürdü. "Eğer buradaysam bu torunum Albina sayesinde. Beni tutsaklıktan kurtardı. Toprak'ı öldürerek bizi savaşın eşiğinden aldı." Hava kadehini kaldırdı. "Albina Erom'a..." Herkes kadehini kaldırıp tek bir ağızdan aynı şeyi söyledi: "Albina Erom'a..."
Albina gülerek karşılık verdi. İnsanların onu sevmesi ve saygı göstermesi hoşuna gitmişti. Eline bir kadeh alıp Hava'dan müsaade istedi ve kendisine doğru gelen Tobias ve Ranya'ya doğru ilerledi. "İkinize de teşekkür ederim. Siz olmadan yapamazdım."
"Biz hiçbir şey yapmadık. Tek hamleyle Toprak'ın boynunu kıran sendin."
Tobias başını sallamaya başladı. "Kesinlikle harikaydın... Peki şimdi ne yapacaksın?"
"Birini bekliyorum. O geldiğinde konuşup bir karar vereceğim. Burada artık büyük bir tehdit de yok. Öğrenmem gerekenleri öğrendim. Artık gitmem gerekiyor sanırım."
"Gitmek mi?"
Albina sonunda bir karar vermişti. Oturup günlerce imparatorluğu, ailesini, Rodrigo'yu düşünüp durmuştu. Çok büyük bir risk alması gerekiyordu. Canından olma pahasına bunu yapacaktı. Kimsenin onu yönetmesine izin vermeyecekti. Çizilmiş sınırlar onu esir edemeyecekti. Sınırları dilediği gibi kendi çizecekti.
Albina kararlılıkla başını kaldırdı. "Ben Akrepol'ün geleceğiyim. Herkes bunun için bana yardım ediyor. Sorumluluklarım var. Ama burada değil, orada."
"Hava sana asker yardımı yapmalı."
"Bunu ondan isteyemem. Burada da tehlike hala var."
Ranya karşı çıktı. "Ama bunu sana borçlu."
"O benim ailem. Bana hiçbir şey borçlu değil."
Albina onların yanından ayrılıp dışarıya çıktı. Desire onu bekliyordu. Albina ona doğru yaklaşıp okşadı. "Seni koca kaplan..." Albina üstüne binip ilerledi. Akşam vaktiydi. Hava sıcaktı. Yıldızlar ışıl ışıldı. Etrafta öyle güzel bir huzur vardı ki Albina gözlerini kapatıp huzurun tadını çıkardı.
Sahil kenarına gittiğinde Desire'ın üstünden inip bir köşeye oturdu. Desire da yanına çökmüştü. Albina Desire'a yaslandı ve ay ışığında denizi izledi. Dalgalar sahile yavaş yavaş vuruyordu. Cennetin oradan bir farkı olmadığını düşünüyordu. Ama cenneti görebilir miydi? Bundan şüpheliydi. Yaptıkları ve yapacakları ne kadar iyi olacaktı?
Sıradan bir insan olsaydım diye düşündü. Korns bölgesinin ücra köşesinde yaşamaya devam etmeliydi belki de. Sonra bu fikirden vazgeçti. İçinde o hep tuttuğu hırslı insanı o zamanlar tanımıyordu. O genç kız her şeyden -kendisinden bile- habersizdi. O genç kız Albina değildi. Geri dönemezdi. Orada azıcık bile kalmaya katlanabileceğini sanmıyordu. Kendine bile itiraf edemediği bir şey sürekli karşısına çıkıyordu: Kaos hoşuna gidiyordu.
Orada öylece oturdu. Karanlığı seyretti. "Çok uzak kaldım. Artık yeter. Geliyorum Akrepol. Az kaldı."
Albina sahilde uzanırken gökte Hava'nın kartalı uçuyordu. Bir süre sonra Hava da gözüktü ve Albina'nın yanına oturdu. "Davetleri ben de sevmem."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GİRİFT 2 : Koruyucular
FantasyDaha fazla karmaşa, daha fazla kötülük, daha fazla savaş... Akrepol'den sonra karışan başka bir kıta daha... Ve ateşten sonra buzu iliklerine kadar hissedecek olan Albina. Fedakarlık hiç bu kadar zor, hiçbir gerçek bu kadar sır dolu olmamıştı. Ve ta...