Albina ve Dejhcal birlikte ağaçların yapraklarını kesip kütüğünü sarmaşıklarla bağlamaya başladılar. Albina her zorlanarak yaptığı işi tek bir cümle ile kendisi için kolaylaştırıyordu: "Anton'u öldüreceksin!" Her defasında daha çok sinirleniyor ve bunu kendisi için avantaja çeviriyordu. Ruhundaki acıları kalbine gömüyordu. Bu; bedeninde hapsolmuş ve çırpınan ruhu daha derine gömmekti. Derinlerde ise daha çok acı, biriktirilmiş kırıklıklar, hüzünler ve ayrılıkların sisle kaplı karanlık mezarlığı vardı. Mezarlar çoğalıyordu. Başında kim ağlayacaktı?
Albina sarmaşığı sarmaya devam ederken durdu ve Dejhcal'e baktı. İçi yangın yeriydi. Kalbi sıkışıyordu sanki. Titrek bir nefes aldı. "İçimde kocaman bir dağ var. Kurtulamıyorum."
"Kurtulamıyorsan zirvesine çık. Belki de seni en yükseğe çıkaracak şey içindeki dağdır."
Albina'nın dudaklarından bir hıçkırdık kaçtı. Hemen ardından gözlerinden birkaç damla ardı ardına aktı ama durmadı; işine geri döndü. Son defa elindeki sarmaşığı da sıkıca kütüklere doladığında kendisine ancak gelebilmişti. "Bitti."
Dejhcal kestikleri yaprakları, büyük bir sandal yaptıkları kütüklerin üstüne koydu. "Sanırım sabaha karşı yola çıkabiliriz. Heyecanlı mısın?"
"Hayır. Sadece öfkeliyim. Anton benim ailemi öldürdü. Fakat bu kadarını ondan beklemiyordum. Sonuçta istediğini aldı ve Akrepol'ün kralı oldu. Yönettiği imparatorluğu neden savaşa sürüklüyor?"
"Benim fikrimi sorarsan; büyük bir imparatorluğu yönetmek kolay değil. Bunun için zorla aldığı tahtı iki kişiyle daha paylaşmak zorunda kaldı ve bir şekilde diğer türlerin de saygınlığını kazanmak için kendini kahraman göstermek istiyor. Bu sırada diğer tahtı paylaştığı kralları da öldürecek ya da bütün yönetici türlerini diğer ırklarla birlikte korku salarak yönetmek istiyor. Bir de Harke'nin kızını yani seni arıyor. Fakat bunların hepsi teori. Birçok sebep olabilir."
"İmparatorluğu birbirine katıyor. Ama başka bir sebep olması gerek. Bütün dünyayı yönetme fikri çok çılgınca. Bu mümkün değil. Ortada bir oyun var sanki. Bana doğru gelmeyen şeyler var. Ama buna izin veremem."
"Aklında ne var?"
"Birçok fikir var. Bu sefer yavaş yavaş adımlarımı atıyorum. Senin içinde bir rolüm var."
Dejhcal işini bitirmişti. "Karşı çıkma şansım yok... Hadi kalk. Bir şeyler yiyelim."
Albina adanın ağaçlık kısmına doğru yürürken içinde bu sefer bir mutluluk vardı. Bir şeyleri başaracağına yürekten inanıyordu. Yapmak istiyordu. Ailesinin intikamını almak için, halkını kurtarmak için, sevdiği adama kavuşabilmek için...
"Biliyor musun? İnsanı bu dünyada ayakta tutan şey duyguları; sevgi, nefret, umut... Seni ayakta tutabilecek bir duygu var mı Dejhcal?"
"Aslında... Var."
"Nedir?"
"İnanç. Bu dünyanın iyiliği için hala inancım var. Gerçekten Akrepol'ü kurtarabilecek misin merak ediyorum."
"Benim için çok kolay olacak."
"O kadar emin olma."
"Akrepol'e geri dönebilirsem çok kolay olacak. Anton'u öldüreceğim ve savaş bitecek. Lideri olmayan bir ordu; kalabalıktan başka bir şey olamaz."
"Bu doğru. Fakat peşinde kargaşa ve ölüm getirecektir. Peki Anton'a nasıl ulaşacaksın?"
"Bir şekilde... Şimdilik bilmiyorum."
Albina Akrepol'den ayrılmadan önce yaşadığı o korkunç günü hatırladı. Boğazındaki o sert ipin soğukluğunu yeniden hisseder gibi oldu. Eli boğazını ovmaya başladı. Bir an yutkunamadı. O gün öleceğine o kadar inanmıştı ki çırpınmamıştı. Kendini kurtarmaya çalışmamıştı. Fakat unuttuğu bir şey vardı; Rodrigo vardı.
Albina Rodrigo'yu aklından çıkaramıyordu. Onu özlüyordu. Bağırıp çağırmasını, kaşlarını çatmasını, insanı sinir eden sözlerini, zekasını, hepsinin aksine sıcacık kalbini; içinde saklı merhametini özlüyordu.
Albina anılarını hatırlayınca Dejhcal'e döndü. "Akrepol'de ki son günümdü. Sınavı geçmiştim fakat Anton Harke'nin kızını bulamamıştı ve işini şansa bırakmadı. Bütün genç kızları darağacına çıkardı. Boyunlarımıza kılıçtan keskin ip doladı. Ölmek üzereydim. Bunu kabul etmiştim. Gözlerimi sımsıkı kapadım. Dualar ediyordum. Ama bir yandan mutluydum. Aileme kavuşacaktım. Ama o an gökyüzüne feryatlar yükseldi. Katillerin geldiğini haykırıyorlardı. Gözlerimi açtım. Etrafımı göremiyordum. Büyük bir sis hakimdi etrafta. Tek gördüğüm bana doğru gelen ateş kümesiydi..."
Dejhcal bir yere oturmuş dikkatle Albina'yı dinliyordu. "Oradan nasıl kurtuldun?" Albina'nın gözlerinin içi gülüyordu. "Rodrigo geldi. Yağmuru çeken toprak gibi ateşi kendi elinin içine çekti ve ateş kümesinden geriye kalan taştan kütleye doğru fırlattı. O an aklıma her geldiğinde gücün insandaki tanımını düşünüyorum. Güç çoğu kişiyi çirkinleştirir. Çekilmez biri yapar. Fakat ona o kadar yakışıyor ki... Nefes kesen bir bakışı, beni her zaman alt eden zekası, sinir bozucu sözleri var. Kısacası o, ateşten bir kalbin sahibi. Ben sadece beni üzdüğünü, yaktığını sanıyordum. Fakat o; ateşini içinde saklamakta zorlanan ve bana ulaşan kıvılcımlarının azabını yaşayan, güçlü ve bir o kadar da güzel bir adam..."
Dejhcal Albina'nın gülen gözlerine bakınca bir zamanlar ona aynen öyle bakan kadını hatırladı. Başını sağa sola hızlıca salladı. "Bence sevginin bedelini acı olarak ödüyorsun. Sevgin kadar acı çekiyorsun."
"Doğru."
"Anlatıyordun. Sonra ne oldu?"
"Beni oradan çekip çıkardı." Albina elini kaldırıp bir ağaca uzandı. Kırmızı bir meyveyi elinin içinde inceledi. "Beni ölümün pençesine getiren de kurtaran da ateşti. Son kez hayata bağlayan ise ateşin oğluydu. Benden tek istediği ipe tutunmam."
Dejhcal aklına yeni dank etmişti. Yüzü ciddi bir hal aldı. "Rodrigo dediğin kişi ateşi kullanabiliyor yani?"
"Evet. Muazzam bir güç."
"Sen de havayı kullanıyorsun?"
"Yani... Daha çok o beni kullanıyor gibi hissetsem de dediğin doğru."
Dejhcal oturduğu yerden hızla kalktı. Etrafta volta atıyor ve düşünüyordu. Sonunda Albina'ya döndü. "Boşver karın doyurmayı. Bizim hemen koruyucuların yanına gitmeliyiz."
"Bir şey mi oldu?"
"Bak seninle açık konuşacağım. Şu an koruyucular hiç olmadığı kadar güçsüz. Çünkü başında bulunanlardan biri öldü, diğeri katillere ve büyücülere katıldı. Seni bir tehdit olarak görecekler. Ama artık elimizde bir koz var. Yolda detaylı konuşuruz. Senden tek istediğim koruyucuların yanında güçlü olman. Kendini iyi ifade et. Yoksa öldürebilirler."
"Koruyucular birini öldüremez demiştin?"
"Evet. Fakat bu güce sahip sadece dört kişi var; dört farklı tahtın sahipleri. Bunlardan biri öldü, diğeri savaşa katıldı. Anlıyor musun?"
"Sanırım anladım."
"O zaman yola çıkalım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GİRİFT 2 : Koruyucular
FantasíaDaha fazla karmaşa, daha fazla kötülük, daha fazla savaş... Akrepol'den sonra karışan başka bir kıta daha... Ve ateşten sonra buzu iliklerine kadar hissedecek olan Albina. Fedakarlık hiç bu kadar zor, hiçbir gerçek bu kadar sır dolu olmamıştı. Ve ta...