Albina gözlerini mahzenin soğuk duvarları arasında açtı. Vücudunun her yeri ağrıyordu. Kafasını kaldıramıyordu, ellerini hissetmiyordu.
Başını zar zor kaldırmaya çalıştı. Elleri duvarın iki yanına zincirlenmişti. Vücudu ise ellerinden yere doğru sarkar halde, kan ve pislik içindeydi. Albina başını koluna doğru yan yatırmıştı. Kendini dikleştirmek için ayaklarını yere sabitledi ve ayağa kalktı. Bileklerinden akan kan yüzünü bile kızıla boyamıştı.
Olanlar aklına gelince gözleri ve yüzü sinirle titredi. Demir parmaklıklara doğru bakışlarını yavaşça kaldırdı. Beyaz gözlerindeki damarlar yüzü kadar kırmızıydı. Kan ve terle ıslanmış saçları yorgun gözlerinin önünde titreyen birkaç tel olarak görüş alanını kısıtlıyordu ama karşısındakinin kim olduğunu biliyordu.
Albina karşısında duran Hava'yı gördüğünde yüzüne şeytani bir gülümseme yayıldı. "Neden karşımda dikildiğini açıkla yoksa burada tutsak edildiğimi düşüneceğim."
"Zaten öylesin. Bu adaya adım attığından bu yana tutsaksın. Asıl istediğin yere gidemiyorsun. Bu tutsaklıktır."
"Ben burada kendi isteğimle kaldım yoksa beni buradan kimse tutamazdı."
"Biliyor musun? Dik başlılığını annenden almışsın. O da bana sürekli karşı gelirdi. Fakat tehditlerini, zekanı ve gücünü babandan almışsın. Şu bakışlarındaki öfke, ego... Bu gözler Harke'nin eseri. Gurur duymamalısın, sonunu herkes biliyor. O da benden yardım istemeye gelmişti. Yardım ettim de. Fakat sonu ölüm ve kanla bitti. Sana neden yardım edeyim?"
Albina düşünür gibi yaptı. "Çünkü sen yardım etmezsen seni öldürür ve tahtına otururum."
"Beni öldürecek güçte değilsin."
"Katil dostlar edindim, rica ederim."
"Ah... Bu öz güvenini de benden almışsın sanırım. Buraya gelmeden adaya mı düştün? Dejhcal ile tanışmış olmalısın. Şimdiye kadar ölmüş olmalı."
"Şimdiye kadar katillerin yanına varmış olmalı."
"Hamlelerini iyi atıyorsun. Ne yaptın? Adamın koynuna girip kendine aşık ettin ve aşk acısını unutturdun mu?"
Albina ellerini zincirlere sıkıca doladı. "Dünyadaki tek duygu aşk mı sanıyorsun? Aşksa tamam, ben ona zaten sahibim. Yakında sen de kim olduğunu öğreneceksin." Albina Hava'nın yüzündeki ifadeyi çözemeye çalışıyordu ama imkansız gibiydi. Kendini çok iyi koruyordu ama o duvarları yıkacaktı. Saygı o an umurunda değildi. Yüzünde gerçek bir duygu istiyordu. "Kıskandın mı büyükanneciğim? Ah doğru... Teo öldükten sonra yalnız kaldın. Çok doğal, seni anlıyorum."
Hava Albina'nın nefesini kesti. Albina ilk önce nefes alamasa da bir süre sonra Hava'nın gücüne karşı çıktı ve derin bir nefes aldı. Başaramamıştı. Bakışlarında azıcık bir değişiklik olmamıştı ama hala başarabilirdi. "Sen aşkı zayıflık olarak görüyorsun. Çünkü onu kaybetmek seni zayıf düşürdü. Çok yazık... Seni güçlü diye duymuştum. Fakat sen savaşçı değil, mağlup çıktın." Hava sadece tebessüm etmişti. Albina'nın dedikleri umurunda bile değildi ama saygısızlığı sinirini bozuyordu ve hala devam ediyordu: "Sizinle ilk konuştuğum sırada ne söylemiştim? Ben ne annemim, ne de babam. Ben Albina Erom'um. Ben sizin yardımınıza muhtaç değilim. Bunu kafanıza sokun! Sen ve siz bana muhtaçsınız. Bunu göremeyecek kadar da egolusunuz. Benim gücümü göremeyecek kadar kör olduğunuz gibi!" Albina zincirleri kendisine doğru çektiği gibi zincirler köklerinden çıktı. Zincirler yere vururken Hava bir an olsun yerinden ne kımıldamış ne de gözlerini kırpmıştı. Albina'nın güç gösterisini izliyordu. Hoşuna gitmiş miydi emin değildi. İzlemeye devam etti.
Albina demir parmaklıklara doğru ilerledi. Kapıyı hiç kilit yokmuş gibi açtı. Albina elini kolunu sallayarak Hava'nın yanından geçerken Hava sesini çıkartmadı ve gitmesine izin verdi.
Albina büyücülerin yanından geçip Dimitri'yi buldu. Hücredeki hiçbir büyücü Albina'ya sesini çıkarmıyordu. Albina Dimitri'nin olduğu hücrenin önüne geldiğinde Dimitri uyanmıştı. Her ne kadar durumu kötü olsa da Albina'ya ukalaca gülüyordu. "Seni iyi eğitmişim."
"Tek sen değildin."
Albina elini atıp kapıyı kendine çektiğinde kapının kilidi gürültüyle kırıldı. Albina kapıyı açıp Dimitri'yi zincirlerinden çözdükten sonra elini omzuna attı ve yavaşça yürümesine yardım etti. Sürekli başını iki yana sallıyordu. "Kılıç tutmayı öğretirken beni ezip duruyordun. Fakat görüyorum ki şu an anne karnından yeni çıkmış bir bebek gibi yürüyorsun. Yürümeyi de mi ben öğreteyim sana?"
"Hadi oradan! İlk geldiğindeki hallerini de biliyoruz. Azıcık güçlüsün diye kendini büyük görme."
Albina Dimitri'yi yukarıya taşıyıp Tjef'in yanındaki yatağa yatırdı. Hava hemen önünde Tjef'in yanında oturuyordu. Onlar yürümeyle uğraşırken Hava çoktan yukarıya çıkmıştı ama onlar gelince yavaşça ayağa kalktı. "Tedavisini olduktan sonra onu Akrepol'e gönder. Burada kalırsa ölür."
"Bunu ben de biliyorum. Dimitri neden oradaydı?"
"Sen de orada olacaktın, eğer kendi kanımdan olmasaydın. Yarın kahvaltıda görüşeceğiz."
"Ne diye?"
"Bundan sonra bana Kraliçe diye hitap edeceksin ve yeteneklerini öğrenmek için odaklanacaksın. Tek yanlışında seni silerim."
Hava gittiğinde Dimitri dudak büzdü. "Yeni eğitmenin benden daha katı. Gözüm arkada kalmayacak. Bir an önce geri dönüp senden kurtulmak istiyorum. Hava'yı da az önceki gibi ezip geçme. O senin büyükannen. Kraliçe olduğunu hatırlatıyorum bile."
"Aklımda tutarım."
Odaya birkaç kişi girip Dimitri ile ilgilenirken Albina kalktı ve Tjef'in yanına gitti. Sarı saçlarını geriye itti ve ona doğru eğildi. "Bir an önce uyan yoksa annen ile yeğenin karşı karşıya gelecek. Büyük gösteriye yetişirsin umarım. Birbirimizi boğazlarsak her şey ya düzelir ya da mahvolur. Gerçi ne olacağını biliyorsun ama kendi gözlerinle görmeyi tercih et ya da durdur."
Albina hızlı adımlarla koridora çıktığında karanlık koridoru hızla geçti ve odasına kadar durmadan ilerledi. Odasına girdiğinde Vutertison'u, onu beklerken uyuyakalmış halde buldu.
Albina önce banyoya girdi. Çıktıktan sonra uzun ve bol bir elbise giydi ve aynanın önüne oturup tarağı eline aldı. Saçlarını yavaşça tararken Rodrigo'yu düşünüyordu. Neler yaptığını merak ediyordu. Uzun zaman olmuştu. Onu rüyasında sadece bir kere görmüştü. Gözlerini kapatıp yüzünü aklıma getirdi. Kızgın bakan gözlerini bile özlemişti. Kendine olan güvenine sinir olduğu zamanları, hatta yüzünü kanlar içinde bırakana kadar dövüştükleri zamanları bile özlemişti.
Albina bir ses duyduğunda hızla ayağa kalktı ve koşmaya başladı. Yaptığı şey; her kötü anında yanında olan kahramanının çağrısına yanıt vermekti. Dışarıya çıkana kadar koştu. Köprünün üstünden adeta uçarak geçti. Ormana girdi. Kaplanının mavi gözleriyle karşı karşıya gelene kadar koşmaya devam etti. Sonunda onu bulduğunda gözlerine bakmak için kafasını kaldırmak zorunda kalmıştı. Albina elini yavaşça kaldırdı ve kaplanının alnına dokundu. "Seni ihmal ettim. Özür dilerim. Şu sıralar olayları takip edemiyorum. Bilmediğim o kadar şey var ki..."
Albina Desire'ın beyaz, uzun tüylerinin avucunun içinde kaymasına izin verdi. Kollarını boynuna doladı ve başını beyaz tüylerin içine gömdü. Desire'ın mırıldaması ile gülmeye başladı. Loras'la ilk tanıştıkları zamanlarda dediği şey aklına geldi. "Sana karşı bir kediden farkı yok ve bunun aksine seni koruyor ve korurken tam bir kaplan gibi."
Loras diye düşündü Albina.
Aptal.
Benim için bunu yapmamalıydın.Albina Desire'ı peşine taktı ve odasına kadar zor da olsa çıkardı. Onunla uyumak istiyordu. Desire'ın kıvrıldığı köşeye kendisi de oturdu ve kaplanına sarılarak uykuya daldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GİRİFT 2 : Koruyucular
FantasyDaha fazla karmaşa, daha fazla kötülük, daha fazla savaş... Akrepol'den sonra karışan başka bir kıta daha... Ve ateşten sonra buzu iliklerine kadar hissedecek olan Albina. Fedakarlık hiç bu kadar zor, hiçbir gerçek bu kadar sır dolu olmamıştı. Ve ta...