Güneşin ilk ışıkları ile buzların kırılma sesleri ormana yayılmaya başladı. Rüzgar eserken birbirine vuran dallar çan gibiydi. Ağaçların yaprakları bile buzla kaplıydı ve her yer elmas gibi parlıyordu. Karlar taş gibi, iz bile bırakmayacak kadar sertti. Janoel en önde ilerliyordu. Tabias arkalarına, Ranya ve Albina iki yana bakıyordu. Adımlarını yumuşak ve sessiz atıyorlar, bir yandan hızla ilerliyorlardı. Albina bazen birilerini görüyor ve irkiliyordu. Ama hiçbiri gerçek değildi.
Başının içinde sürekli birileri konuşuyordu. İlk uyandığı kadar değildi ama yine de acı veriyordu. Fark ettirmemeye çalışıyordu ama elinin de ağrısı artmıştı. Eli artık ateşte olmasa da sanki ateşin içindeymiş gibi yanmaya devam ediyordu. Parmaklarını azıcık oynattığı an acıyla bağıracak duruma geliyor ama sesini bile çıkaramıyordu. Sadece içten iniltiler halindeydi.
Ormanda hareketlilik gördükleri an durdular. Katiller hızla koşuyordu. Üstlerindeki kıyafetler buz tutmuştu ama bu onları etkiliyor gibi değildi. Hepsinin yüzünde öfke ve hırs vardı. Janoel açıklama yaptı. "Katiller kaybetmeyi sevmezler. Hele de savaşta."
Albina ve diğerleri ağaçların arkalarına saklanırken konuşulanları dinlemeye başladılar. "Kız buralarda bir yerde. Kaçacak zamanı yoktu..."
Katiller koşarak uzaklaşırken onlar da ağaçların arkasından çıktılar ve birbirlerine baktılar. Bir süre devam eden sessizlikte bir karar alınmıştı bile. Albina başıyla işaret verdiği an hızla koşmaya başladılar. Etraflarına bakmıyorlardı. Sarayın yüksek duvarlarını gördüklerinde daha da hızlandılar. Albina elini oynattığı her an için inliyordu ama durmadı. Büyük nehrin sularını görene kadar durmadılar. Sarayla aralarında hızla akan sular vardı. Sarayın arkasına çıkmışlardı. Ranya okunu yayına koymuş, gergin bir şekilde bekliyordu. "Şimdi ne yapıyoruz?"
Albina etrafına bakmaya başladı. Bir işaret arıyordu. Görüşünü, duyusunu, hislerini kullanıyordu. Küçük bir hareketlilik yeterdi. Ölüye dönen yerde tek bir hareket istiyordu. Hadi Hava dedi içinden.
Neredesin?Kendi çevresinde daireler çizerken yüzüne yansıyan ışıkla gözlerini kırpıştırdı. Hemen yanındaki yükselen büyük kayaların üstünden geliyordu. Yukarıya, gözlerini kısıp yansıyan ışığa bakmaya çalıştı. Işık gittiği an güldü. "Beni takip edin!" Albina yukarıya doğru tırmanmaya yeltenecek iken durdu. Tırmanması imkansızdı. Tobias Albina'nın yanına gelip önünde eğildi ve büyük omuzlarını gözler önüne serdi. "Seni taşırım."
Janoel de yanlarına geldi. Tobias'a sertçe bakıyordu. Yüzü kaskatı kesilmişti. "Ben de taşıyabilirim. Sen Ranya'ya yardım et."
Tobias onu aşağılayarak bakıyordu. Katilleri zaten sevmediği açıktı. Onun yanlarında olmasından rahatsızdı. Hele Albina'nın yanına yaklaşmasını hiç istemiyordu. Ona güvenmiyordu. "Senden güçlüyüm, herkesten güçlüyüm."
Janoel başını dikleştirip tehditkar bir bakış attı. Haklı olduğunu biliyordu. Bu yüzden sesini çıkarmadı ve Ranya'nın ardından tırmanmaya başladı. Tabias da Albina'yı sırtına aldı ve tırmanmaya başladı. "Seni bu kadar sahiplenmesi normal değil."
"Katillerin bir özelliğinin de karşıdakine çok bağlı olmaları olduğunu fark ettim. Beni her şeyden önemli görüyor ve yanında tutmak istiyor. Hepsi bu."
"Emin misin?"
"Aşık insanı anlarım, senin gibi."
Tabias'ın gerildiğini fark eden Albina sustu. Ellerini taşlara gereğinden fazla sert koyuyor ve ellerini kanatıyordu. Bunu beklemiyordu. Bir yorumda bulunmadı. Hızlı bir şekilde yukarıya çıktı. Diğerleri de onlara zor olsa da yetişti.
Albina önündeki sık ağaçların önünde durdu. Bir duvar gibiydi. Arkası görünmüyordu. Görünürde bir geçiş de yoktu. Öylece ağaçlara bakıyordu. Düşünüyordu. Aklına bir fikir gelmeyince plansız ilerlemeye karar verdi. Elini ağaçlara doğru uzattı. Ağaçlara dokunmayı beklerken elleri ağaların içinden geçtiğinde herkes şaşırmıştı.
Albina hiç düşünmeden kendini ağaçların içine attığında sarayın arka tarafında olduğunu anladı. Camdan gördüğü koridordan daha önce geçmişti. Gizli koridoru geçip zindanlara ulaştığı, Dimitri'yi bulduğu yerdi. Koridorun dışarıyı gördüğü camdan Hava ona bakıyordu. Albina'yı sağ sağlim gördüğü için mutluydu.
Albina diğerleri için arkasını döndü. Enganderin'in manzarası gözüküyordu ama ne ağaçlar, ne Tobias, ne Ranya, ne de Janoel vardı. Aralarında görünmez bir duvar vardı. İki taraftan da farklı gözüküyordu.
Duvarı birer birer geçenler gözükmeye başladı. Bu bir şaşırtmacaydı. Albina tekrar önüne döndüğünde Hava camların olduğu koridorda ilerlemeye başladı. Albina Hava'yı dışarıdan takip ederken diğerleri de Albina'yı takip ediyordu.
Bir süre sonra önlerine küçük bir kapı çıktı. Albina kapıyı açıp içeriye girdiğinde merdivenlere ulaşmıştı. Hava ile karşı karşıyaydı. Hava Albina'nın eline baktı ve hızlı adımlarla yanına gitti. "Büyü yaptığına inanamıyorum."
"Başka çarem yoktu."
Hava Albina'nın koluna girip onu yönlendirirken diğerleri de içeriye girmişti. Şifa odasına girdiklerinde Albina bir yatağa yattı. "Sana hekim çağıracağım. Yemek de göndereceğim. Acıkmışsınızdır." Hava arkasını dönüp Janoel'i gördüğünde durdu ve tekrar Albina'ya döndü. "Bir katilin seninle ne işi olabilir?"
"Anlatacağım ama inan kötü bir niyeti yok."
Hava başını salladı ve Janoel'e döndü. "Buradan asla ayrılma. Hemen yanda banyolar var, yıkanın. Kıyafet göndertirim."
Hava odadan ayrıldıktan sonra herkes bir yere oturdu. Ranya oklarını yerine koydu. "Ne yapmayı planlıyorsun Albina?"
"Gideceğim buradan. Arkamda yine bir enkaz bırakarak."
"Arkanda enkaz falan bıraktığın yok. Hava gayet iyi kontrol ediyor."
Odaya biri girdi. Yaşlı bir adamdı. Beyaz saçları ve sakalları, çizgili suratı ve güler yüzü vardı. Yaklaştı ve Albina'nın elindeki sargılıya baktı. "Seni iyileştireceğim merak etme." Şifacı Albina'nın sargısını tuttu ama çıkaramadı. Kaşları kaşları usulca çatıldı. Yüzündeki çizgiler artmıştı. "Bu çok kötü oldu." Şifacı gidip bir şeyler getirdi. Albina gördükleri ile dehşete düştü; içki ve ince bir bıçak. Albina derin nefesler almaya başladı. "Hayır, hayır..."
Şifacı gelip içkiyi uzattı. Albina cam bardağa ve bıçağa korkuyla bakıyordu. Şifacı ise ısrarla uzatıyordu. Kaçışı olmadığını fark ettiğinde bardağı aldı ve kafasına dikledi, soluksuz içti. Boğazını yakarak inerken yüzünü buruşturdu. Bir tane daha istedi. Bir şişe daha içti. Şifacı başka bir tanesini bıçağa döktü. Bıçak eline değdirdiği an ise içinde tuttuğu bütün çığlıkları serbest bıraktı.
∆∆∆
Anılar... Gün geçtikçe hafızadan silinir gider. Bebekliğimiz silinmiştir, gençliğimiz birkaç anı, yakın geçmişimiz bir rüya gibidir. Gerçek yaşadığın andır ve hatırladıkların unutmaya kıyamadıkların. Ne kadar güzel yaşar, unutmaya kıyamaz, hatırlarsan o kadar eski sensindir. Unutursan yaşadıklarınla değişirsin. Karakterin oradan oraya sürüklenir. Değerlerin kaybolur gider.
Gençliğimde hiçbir şey yaşamadım. Ben Akrepol'e vardığımda sıfırdım. Değerlerim yoktu, önceliklerim, sorumluluklarım, anılarım...
Anılarım kırmızı gözlerle başladı. Onunla devam etti. Beni değiştirdi. Büyüttü. Ama artık aynıyım. Akrepol'deki kişiden farklı değilim. Ben sıfırdan başladım ve ne kadar istesem de tekrar sıfır olamayacak kadar önemsiyorum.
Etrafıma bakıyorum. Güneş ışıkları ile gözlerim kamaşıyor ve kapatıyorum. Açtığımda gözüme büyük bir gemi takılıyor. Denizin üstünde dalgalanıyor. Üstünde Rodrigo'yu görüyorum. Kıyamadığım ve önemsediğim anıları biriktirmeme sebep olan kişiye. Akrepol'den bana kalan en değerlim. Hayatın elimden almadığı tek kişi. Hala aynı bakışlar, hala aynı saç, aynı gözler, kaşlar, dudaklar, hala aynı ten...
Gülümsüyorum. O da bana gülümsüyor. Dudaklarından dökülen cümleler huzur veren bir şarkı gibi kulağıma ulaşıyor; "Geliyorum. Yarın sabah sahilde buluşalım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GİRİFT 2 : Koruyucular
FantasíaDaha fazla karmaşa, daha fazla kötülük, daha fazla savaş... Akrepol'den sonra karışan başka bir kıta daha... Ve ateşten sonra buzu iliklerine kadar hissedecek olan Albina. Fedakarlık hiç bu kadar zor, hiçbir gerçek bu kadar sır dolu olmamıştı. Ve ta...