9.8

328 30 15
                                    

"Oy oy oy ama ben seni yerim! Tipe bak yaa!" dedim Golden cinsi köpeğin kafasını okşamaya devam ederek.

Diğerleri yürümeye devam edince ben de kalkıp onların peşinden gitmeye devam ettim.
En yakın arkadaş olan iki hocamız bizi, burayı daha iyi tanımamız bahanesiyle sokak sokak dolaştırıyordu.

Kafamı yukarı kaldırıp masmavi gökyüzüne bakmaya başladığımda ayağım bir taşa takıldı.

Ben gözlerimi sıkıca kapayıp kendimi yere düşmeye ve diğerlerinin alay etmesine hazırlayacakken, bi'anda kendimi bir çift kol tarafından tutulmuş buldum.
Gözlerimi yavaşça açtığımda artık görmeye alıştığım kehribar gözlerle karşılaştım.

"Görünüşe göre kahramanın oldum artık, ha?" Güldü.

"Sen kahraman falan değilsin, sadece ben çok sakarım ve senin reflekslerin çok iyi."

"Tabi tabi, öyle."

-

Yemek saati gelmişti.
Yerimden kalkıp okuduğum kitabı sehpanın üzerine bıraktım. Telefonumun kilit ekranını açtım. Dylan'dan mesaj yoktu.

Bu aralar bana karşı çok soğuktu; mesaj göndermiyordu, aramıyordu...

Bu sefer de ben arayayım yani, ne olacak?

Arama tuşuna bastığımda biraz sonra aramayı cevaplamıştı.
"Alo?"

"Alo? Güzelim acil bir şey mi var?"

"Yok, hayır da... Yani, öylesine aramıştım bu aralar yoğunsun galiba, hiç aramadın da. Meraklandım."

Aynı anda arkadaşına bir şeyler söylüyordu.
"Kanka şunu biraz daha ileri-hah tamam, oldu! Güzelim iyi etmişsin de benim biraz işim var, sonra mı konuşsak?"

"E... tamam o zaman. Öptüm."
Fazla uzatmamıştım, sesinden acele ettiği belli oluyordu. Kim bilir neler karıştırıyordu yine?
"Bende bende."

Telefon yüzüme kapanırken gözlerimi devirdim.

Sinirle yerimden kalkıp odadan çıktım ve bahçeye indim. Hepsi
kahverengi tonlarındaki yuvarlak masaların etraflarında oturmuş yemek yiyorlardı.

Yemeğimi alıp boş olan masaların birine oturdum.
Sinirle yemeğimi yerken, sabah yapılan geziden sonra kehribar gözlerle hiç karşılaşmadığımı fark ettim.
Sahi, neredeydi?

Biraz etrafa bakındım. Ama onu göremedim.
Boşverip yemeğime geri döndüm.

-

Tam tamına 5 kez aramış, günün çoğunda da bir sürü mesaj göndermiştim. Fakat hepsinde ya kısa cevaplar vermişti, ya meşgul olduğunu söyleyip telefonu kapatmıştı ya da sadece görüldü atmıştı.

Sonunda sinirlerim dayanılmayacak seviyeye geldiğinde onu tekrar aradım.
"Efendim, kızıl prensesim?"
Böyle söylemesi normalde tüm sinirimi yatıştırırken bu sefer öyle olmamıştı.

"Dylan sen ne işler çeviriyorsun?"

"Be-ben bir şeyler çevirmiyorum ki."
Sinirle yatağıma oturdum.

"Arıyorum 'meşgulüm' deyip telefonu yüzüme kapatıyorsun, mesaj gönderiyorum görüldü atıyorsun. Senin neyin var? Bana karşı neden bu kadar soğuksun?"

"Ben mi sana karşı soğuğum?!" diye bağırdı.
"Evet, sen!"

"Ben burada senin iç- neyse. Ben sana karşı soğuk falan değilim, Holl. Sadece bu günlerde biraz yoğunum o kadar!"

"Ben bu geziyi beraber eğlenerek geçiririz diye düşünmüştüm. Belki seni görürüm diye düşünmüştüm. Ama diğerleri şarkı söylememle, suya atılmamla alay ederken ortalarda yoktun! 'Emin olma' diyorsun ya, evet. Orada olduğundan emin olamıyorum. Sanki... sanki, her an yanımdasın, ama bir o kadar da uzaksın bana. Neyin var? Ben mi bir şey yaptım sana? Incittim mi, kırdım mı? Yoksa başka bir şey mi oldu? Anlat! Artık saklamak, sessiz kalmak ve kacmak yerine anlat, Dylan! Benim sana, senin bana ihtiyacın var! Bunu ikimiz de biliyoruz! Benden uzaklaşma, n'olur. Şu kalbimin sadece ona delice attığı kişi benden gitmesin, n'olur..."

Bir dakika boyunca sessizlik oldu. Ne o konuştu, ne ben.
Ikimiz de konuşmak istiyor gibiydik ama susmamız gerekiyordu sanki.
Konuşsak kalplerimiz paramparça olacaktı, sussak yine paramparça olacaktı. Kaçışı yoktu sanki.

Ve telefonu kapatmadan önce şu sözleri söyledi.
"Hazırlan, yarım saate arkadaşım seni alıp bir yere götürecek. O zaman günlerdir neyle uğraştığımı anlayacaksın..."

AloneHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin