Holland'dan
Iğrenç kokan beyaz duvarlı uzun koridorda hayatta durmaya çalışıyordum işte...
Kimseyle iletişime geçmiyor, telefonuma bakmıyordum...Gördüğüm tek şey hastanenin beyaz duvarı, hissettiğim tek şey yalnızlık ve duyduğum tek şey doktorların sesiydi...
Annem...
Hayatta kalma sebebim...Beni seven, bana sevgisini 17 yıl boyunca hissettiren varlık...
Herkes beni dışlarken beni kanatları arasına alan kadın...
Sesi ninni, gülüşü ve kokusu cennet olan kadın...Benim annem...
Gidiyordu...
Ellerimden kayıp gidiyordu...Sert esen bir rüzgârda bir çocuğun uçurmasına sahip çıkmaya çalışmasıydı şu an ki hâlim...
Sımsıkı tutmaya çalışsa da rüzgâra karşı koyamayan...-
Bir hafta önce; perşembe günü.
Yine rutin olarak okuldan eve dönmüştüm.
Her gün bu saatlerde annem kucağında meyve tabağı, elinde meyve bıçağı ile meyve soyarken televizyon izlediği için onu keyfinden mahrum bırakmak istemedim. Kabanımın cebinden anahtarımı çıkarıp kapıyı açtım."Ben geldim sultanım!" dedim tüm günün mutsuzluğunu perdeler arkasına saklarken.
Ayakkabılarımı çıkarıp kabanımı asarken, "Bugün derslerim çok yoğundu, not ala ala defterin sonuna geldim vallahi!" deyip gülmüştüm.
"Annem?" Herhalde dizisine odaklanıp beni duymamıştır diye düşündüğüm için zıplayarak oturma odamıza geçtim.
Yüzümdeki zoraki gülümseme yerini şaşkınlığa, ardından da kalbimde büyük bir ağırlığa sebep olmuştu.
Annem yerde yatıyordu...
Kanlar içinde...17 yıldır beni tek seven, beni tek koruyan varlık, gözleri kapanmış, yorgun yüzünden boynuna, oradan da tüm vücuduna dağılan kanla yerdeydi...
"A-Anne?" diye fısıldadım.
Ellerim titrerken yanına gidip çuval gibi attım kendimi yere.
"Anne! Annem!" diye bağırıp ağlamaya başladığımda onu kurtarmak için elimden tek gelenin ambulansı aramak olduğunu hatırladım.Parmaklarımı telefon ekranında beliren tuşlarda zar zor gezdirip ambulansı aradım. Sesim de tüm vücudum gibi titrerken evini adresini verip telefonu bir köşeye fırlattım.
-
Onu bıçaklayanın kim olduğu belli değildi, nasıl bıçaklandığı da.
Doktorlar ailemizden tek benim hayatta kaldığımı, o sessiz ve boş koridorda tek benim olduğumu görünce beni daha da perişan hâle getirmemek için ne durumda olduğunu söylemiyorlardı.
Ama her hallerinden belliydi annemin kötü durumda olduğu...Son iki-üç gündür olduğu gibiydi yine her şey. Aslında, bu 1 hafta olduğu gibiydi: Ya duvar dibine yada sandalyelerin birine kendimi bırakıp sadece karşımdaki beyaz duvara dümdüz bakmak...
Arada yeni kuruyan yanaklarımdan tekrar yaşlar dökülüyordu tabii...Dayanamıyordum artık yalnızlığa...
Hiçbir bildirim gelmediğini kesin olarak bilsem de usulca açtım telefonumu. O an boş olacağını zannettiğim bildirim çubuğum tek bir kişinin mesajlarıyla dolmuştu.
Dylan...
Unutmuştum onu bu 1 hafta içinde...
Beni annemden başka kimsenin sevmediğini düşünmüştüm...
Ama biri daha vardı beni delice seven...Yalnız olmanın verdiği boşlukla baktım mesajlara. Okuduğum her mesaj hıçkırarak ağlamamı sağlarken yine mesaj atıyordu mesajları gördüğüm için.
Âniden gelen cesaretle numarasına tuşlayıp arama butonuna bastım.
Bir kez bile çalmadan açtı telefonu.Büyük bir telaş belli oluyordu sesinden...
Sahi, sesi çok etkileyiciydi..."Holland! Allah'ım sonunda! Holland neredesin sen?! Sana bir şey olmadı değil mi?! Ah, Holland cevap verir misin artık?!"
"Dylan..." dedim titrek sesimle.
"Holland? N'oldu? Sesin neden böyle geliyor?!"
"Dylan, sana ihtiyacım var..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Alone
FanfictionGönderen: Bilinmeyen Kalbine açılan yaraları iyileştiremem belki, ama o yaraların tarif edilemez acısını beraber yaşamamızı sağlayabilirim. Yada yaralarını papatyalar ile donatabilirim; belki acısı az da olsa azalır diye...