Merhaba sevgili okuyucularım, bu sefer sizi beklettiğim için üzgünüm ama taşınma telaşı içindeydim maalesef.
Ama elimden geldikçe hızlı yaşmaya çalıştım, umarım bölümü seversiniz :D
20. BÖLÜM
Katherine’e gerçekleri itiraf ettirme planım hiç iyi gitmiyordu. Aslında tam olarak ‘berbat’ gittiği de söylemek de yalan olmazdı. Bu yüzden bundan vazbilegeçmiştim.
Yengem itiraf etmek bir yana, bana yalan söylediğini çaktırmıyordu bile. Tam anlamıyla profesyonel oyuncuydu. Nasıl bu kadar iyi rol yapabiliyordu ki? Aslında bu bunca zaman hiçbir şeyi nasıl anlamadığımı gayet iyi açıklıyordu. Felaket derecede kandırılmıştım, çok iyi rol yapan saray mensupları tarafından…
Özellikle Rebekah’nın bilip de bana bir şey söylememesi beni en çok hayal kırıklığına uğratan şeydi. Onunla neredeyse yarım gün küs kalmıştım. Tabi onun ısrarcı tavırlarına daha fazla dayanamayıp, barışmış olsam da bir daha bana yalan söylememesini anlamasını sağlamış bulundum. Ama hala bunun kırgınlığını yaşayamadığımı söyleyemezdim. Ben onun en iyi arkadaşıydım, en büyük sırlarını en kötü kabuslarını bilen kişiydim. Bana gerçekleri söyleyemez miydi?
Gerçi bir yandan da söylemesi, daha farklı sonuçlara yol açabilirdim ve Klaus’un dediği gibi ondan uzaklaşabilirdim.
Evleneceğimizi sadece sarayda Mikaelson soyadı taşıyan kişiler biliyordu.
Kat’e açılamamıştım. Hala…
Hamileydi ve bebeğe benim yüzümden bir zarar gelebilirdi. Ve bu istediğim en son şeydi. Doğum sonrasında öğrenmesinin bir sakıncası yoktu. Elbette bana ona neden daha önce söylemediğimin hesabını soracaktı. Belki bana alınacak, hatta onun ağlamasına bile neden olacaktım.
Bunları düşündükçe içten içe üzülsem de, bebek için bunun doğru olduğuna karar vermiştim. Ve tabi yengem içinde… Son zamanlarda buna karar vermiştim.
Ailem ise başlı başına bir konuydu. Onlara mektup yazmakta ne kadar zorlandığımı anlatmaya gerek yoktu, sanırım.
Yemin ederim, bir kalemi oynatmak hayatım boyunca bu kadar zor gelmemişti. Hatta prense yazarken bile…
Mektubu yollarken bile o kadar utanmıştım ki…
Hele ailemin o mektubu açınca üzülecekleri düşüncesi gecelerce uykusuzluğa sürüklemişti beni. Sonradan ise kendimi toparlamış, yanlış bir şey yapmadığıma dair kendimi ikna etmeye çalışmıştım.
Asla onaylamayacakları bir erkek değildi Niklaus. Prensti. Bana en iyi şekilde bakacağına da emindim. Zaten kraliçenin bile onayladığı bir evliliği onaylamamak hangi akla mantığa aitti ki? Aslında bu sorunun cevabı çok basitti; Johanna Forbes. Annem evliliğimizi istemiyordu.
Onu ikna etmeliydim. Eve gidince en büyük görevim bu olacaktı. Annemin evlilik için rızasını almak.
Rebekah evliliğimiz için ‘Kesinleşmiş bir sondu!’bile demişti. Şimdi annemin neden prens ile kavga ettiğini anlıyordum! Beni kaybettiğine emin olmuştu. O yüzden ona böyle kötü davranmış ve Klaus’un o mektubu yazan kişi olmadığına inanmamıştı.
Niklaus onu buna ikna etmek için, terziyi bizimle birlikte kalemize götürmeyi planlıyordu.
Belki biraz deliydim ama Frankie’ye acıdığım doğruydu. İşte bu da benim bir huyumdu, ister haklı olsun ister haksız hep güçsüz olan tarafa karşı bir zayıflığım vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Uzun Zaman Önce
Historical FictionNiklaus Mikaelson kızı sosyeteye takdim balosundan beri aklından çıkaramıyordu. Yıllar önce kardeşi ile oyun oynayan ve Klaus'un sadece kız kardeşinin küçük arkadaşı olarak baktığı bu kız, yıllar sonra bambaşka bir şeye dönüşmüştü. Ve Niklaus onu k...