Kol'un Öfkesi...47.BÖLÜM

1.6K 101 41
                                    

Kol o gün gündoğumunda uyandı, gece pek uyuduğu da söylenemezdi. Delicesine başı ağrıyor ve bu mantıklı düşünmesini daha da imkansız hale getiriyordu. Marie kendi odasına geçtiğinden beri zaman çabuk geçmiyordu. Kendisini çalışma odasına attığı zaman hala kimse uyanmamıştı. Birkaç aptal mektupla uğraştı, sonunda kendisini uyuyacak kadar yorduğunda birkaç saatlik uykuya daldı ama bu yeterli değildi.

Gözlerini açtığında elinde kılıcıyla kendisini izleyen oğlunu gördü. Roman yatağının karşısındaki koltukta oturup onun uyanmasını bekliyordu. ‘Annem seni kontrol etmemi söyledi.’

Kol homurdandı. ‘Annene beni merak etmemesini söyle.’ Karısına kızgındı hem de oldukça…

Roman omuzlarını silkti. ‘Bunu sen söyle.’ Kol’un oğlu aynı ona benziyordu. Özellikle alaycılıkta…

Bir dakikalık sessizlikten sonra Roman konuştu. ‘Ona iyi olduğunu söyleyeceğim.’

‘Marie’e beni çok merak ediyorsa gelip kendisinin kontrol etmesi gerektiğini anlat.’ Marie dün gece onu terk ederken Kol’u düşünüyor gibi görünmüyordu. Oysa Kol’un aklından, Marie’in gece odasından çıkışı aklından gitmiyordu. Karısını yıllardır ilk kez böyle görmüştü. Sebebi ise kalbini kıran tarafıydı.

Roman ona gülümsedi ama içten bir şekilde değil. ‘Mantıksız davrandığını söyledi.’

‘Bunu Marie mi söyledi?’

Roman babasının onun yanına oturmasını bekledi. Adamın sorusuna cevap verdi. ‘Hayır aslında bu tamamen benim düşüncelerimdi.’ Biran gözgöze geldiler. İkisi de haklı olanın kendileri olduklarına emindiler, ama Roman buna daha çok inanan taraftı. Babası yaptıkları yüzünden, bir uçurumdan düşmek üzereydi ve onu tutanın kendisi olmak zorunda olduğunu hissediyordu.

‘Roman bana bu kadar benzemenden hoşlanmıyorum.’ Kol konuyu değişirmeye çalıştı. Belki başka şeylerden bahsetmek ona iyi gelebilirdi. Sadece kısa bir süreliğine de olsa başka şeyler düşünmeye çalıştı. Roman’ın bakışlarında kendini yakaladı. İkisi de aynı ateşe sahiptiler.

‘Çünkü insanları sinirlendirmek sadece senin için kolay olmalı.’ Roman’ın kaşları havalanmıştı. ‘Ayrıca sana o kadar benzemiyorum, annem Dragon’a benzediğimi savunuyor.’

Kol Dragon’un adını duymayı hala sevmiyordu. Belki de hiçbir zaman sevemeyecekti. İkilinin arasında yıllardır kapanmamış meseleler vardı. ‘Senin lanet olasıca dayın-’

Roman dudaklarını büzdü.‘Bu sözler annem ile aranı düzeltmeyecek.’

Kol küçük bir kahkaha attı. ‘Bunun için çabalamıyorum.’

‘Orası belli ama bu çabalamayacağın anlamına gelmez.’ Roman sözler konusunda bir uzmandı, babasının sinirlendiğini fark etse de bir şey demedi. Onun koltuktan kalkıp, çalışma odasına doğru yönelişini izledi sadece…

‘Herneyse, şimdi gidip ona tüm konuştuklarımızı anlatabilirsin. Daha önce olduğu gibi, her şeyi dinlemek hoşuna gidecektir.’

‘Ona her şeyi anlatmıyorum. Mesela Tolly’i anlatmadın.’ Roman onu takip etti, çalışma odasına girene kadar. Babası büyük masasına geçerken o da kendini koltuğa attı. Siyah ağırlıklı oda, sabahın ilk ışıklarıyla aydınlanıyordu ama hala tuhaf bir yanı vardı. Roman küçükken bu odada zaman geçirmeye bayılırdı, babasının masasına oturur ve onun insanları nasıl yönettiğini öğrenirdi. Zamanla bu bilgilere kendininkileri eklemiş ve Kol’dan bile daha fazla uzman hale gelmişti.

‘Şu geçen hafta yattığın kız mı? Annenin bundan hoşlanacağını sanmıyorum zaten.’ Ellerini ceplerine soktu. Gözü babasına kaydığında devam etti. ‘Zaten hoşlanmıyor, kızarıp duruyor.’ Annesi utangaç bir kadındı, fazlasıyla…

Babasının yorumsuzluğundan sonra onun dikkatini çekmeye çalıştı. Asıl amacı konuyu istediği yere getirmekti. ‘Esther’ de kızlardan bahsetmemden hoşlanmıyor.’

‘Bu konuda bir şey demeyecek misin?’ Kol yine sessizliğini korudu. Ama oğlu üstüne gitmeye başladığında şaşırmadan edemedi, Roman’dan ısrarcı davranmasını beklemiyordu. ‘Baba?’

Sonunda konuşma gerekliliği hissetti ama bu konuda değil, bu lanet olası, imkansız ve sinir bozucu konuda değil. ‘Çeneni kapalı tut, Roman.’

Roman ayağa kalkarak onun masasına yaklaştı ve eğildi. Babasına yukarıdan bakıyordu.

‘Onu suçluymuş gibi görme.’ Sesi yumuşaktı.

Kol başını ellerinin arasına aldı. ‘Bu konuda konuşmayacağım.’

Roman başını inanamıyorcasına salladı. Yaşlı adamın inatına hayran kalınabilirdi. Eğer inat adında bir ülke olsaydı babasının elinde olacağından neredeyse emindi. ‘Elinde sonunda kabullenmek zorundasın…’ Kızını yok sayamazsın, diye ekledi içinden.

Kol konuşmadan önce gözlerini kısarak ona baktı. ‘Sana bir daha söylemeyeceğim-’

Roman ani bir çıkış yaptı, babasının onu dinlemesine ihtiyacı vardı. Şuan bundan daha önemli bir şeye sahip bile değildi. ‘Konuşmak zorundayım, kız kardeşim için. Senin için. Ailemiz için… Neler düşünüyordun? Esther’e bunları söylerken neler düşünüyordun?’ Kol, oğlunu tanımasa gözlerindeki kızarıklığının nedeninin kız kardeşinin üzüntüsüne bağlardı ama tanıyordu. Yoksa yeterince değil miydi?

Umursamaz davranmaya çalıştı ama konu kızı olunca bu konuda bu kadar başarılı değildi. Gerçi dün gece pek öyle görünmüyordu. ‘Annenden aynı cümlerleri duydum, yeter. Eğer söyleyecek başka bir şeyin yoksa-’

Roman onun cümlelerini kesti. ‘Beni kovacak mısın, aynı öz kızını kovduğun gibi?’

Kol oturduğu yerden fırladı. Oğlunun bağırışına karşılık verdi. ‘Öyle bir şey yapmadım!’ bu aptal çocuk ona bağırmaya nasıl cüret ederdi?

Roman’ın gözleri saf öfkeyle doldu. İçinde benliğinde Esther’i savunma tutkusu vardı. ‘Benim ve diğer herkesin gördüğü buydu. Aptal bir sebep yüzünden kız kardeşimi ailemizden uzaklaştırmak üzere tehdit ettin.’ Kızın gözyaşlarıyla kolundan sıyrılışını tekrardan yaşıyordu. Kendisine hakim olmak çok zorlaşırken, masanın kenarlarını kavradı.

Kol’un karşılığı kısaydı. ‘Bana karşı gelmeyi seçen oydu.’

********************************************

‘Bu sadece…’

‘Biliyorum hayatım.’ Marie kızını sarsılan omuzlarından kendisine çekti. En az onun kadar üzülüyordu, Kol’un sözlerine. Bazen Kol’u tanımadığını düşündüğü anlar vardı ve bu da onlardan biriydi. Dün gece Esther’e bağırışını unutamıyordu.

‘Sence beni affedecek mi?’dediği anda kızın kapısı sertçe açıldı. İçeriye giren çocuk, önce derin bir nefes aldıktan sonra kızın üzgün halini görünce kalbinin sıkıştığını hissetti. ‘Özür dilerim, babam ile konuşuyordum. Bunu ona daha önce anlatmadığımız için kızgındı.’

‘Üzgünüm.’

‘Hayır, hayır olma. Ben sadece neden daha önce gelemediğimi açıklamak zorunda hissettim.’ Charles’ın gözleri, Marie’ye kaydı. Kadın başını anlayışla sallıyordu. Marie kendini kızından ayırarak kapıya yöneldi. Çok fazla uzakalaşmayacaktı ama iki gencin yalnız kalması gerektiğini hissediyordu.

Esther ondan gözlerini kaçırdı. ‘Yanlış hissettiriyor. Babamın bana böyle davranmasını istemiyorum.’

‘Esther… Biz yanlış bir şey yapmadık.’ Charles onun önünde diz çöküp, ellerini kızın önüne düşen saçlarına götürdü. Yumuşak bir hareketle, onları kulağının arkasına koyarken, ‘Böyle hissettiren bir şey yanlış olamaz.’diye mırıldandı.

Uzun Zaman ÖnceHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin