/ b i r /

35.2K 994 478
                                    

"Mutlu insanlar gökyüzünü seyretmeyi sever,mutsuz insanlar geceyi."

YAZGI.

Kalbim kıyıya vurmuş can çekişen balık gibi. Mutsuzluk sarıp sarmaladı her zerremi.
İstanbul'u seviyorum, kalabalığın sesini dinlemeyi, boğazı izlemeyi seviyorum ve ilk kez bu denli özgürüm.
Burayı ardımda bırakıp gitmek istemiyorum, bir yanım hatta en güzel yanım kalacak İstanbul'un karışık sokaklarında.

Üniversiteden mezun olacağım iki ay sonra ve babam bir hayvan misali boynuma tasmayı geçirip benim için ölü şehir Ankara'ya götürecek.
Büyümüş olmak sadece fiziken geçerli bizim ailede.

Kendimi bildim bileli Ankara'da ki evimizde hapis hayatı yaşıyorum.
Benim için en doğru olanın bu olduğunu söyleyip durdular yıllarca, gökyüzünü kötülediler, oysa kuşlar her kanat çırptığında fısıldıyordu usulca.

Eğitim hayatımı evde tamamlamıştım, nedenini inanın bende bilmiyorum. Üniversite tercihimi sadece İstanbul yapmış, kazanınca evde kıyamet kopmuştu.
Bir mafya babasının kızıydım ve yaşamak hiç kolay değildi.

İstanbul'a göndermeyecekti babam, Ankara sınırları dışına çıkamazmışım, evimin dışına çıkabiliyordum sanki!
Alışverişimi annem görüyor, sınavlara koruma ordusuyla gidiyordum.
Hayatım fazlasıyla sınırlarla doluydu, odamı dünyam yapmıştım.
Babamın her şeyine boyun eğen annem dört sene önce ilk defa karşısında durdu.
Zordu, belki de imkansızdı ama annem başarmıştı.

Şimdi özgürlüğümün bitiş çizgisine her ne kadar istemesemde âdeta depar atarak ilerliyordum.

Sevdiğim şehir bana insanların gerçek yüzünü de göstermişti, ne kadar alçak ne kadar kahpe olduklarını acı bir şekilde öğrenmiştim.
Öyle ki bazen keşke hiç Ankara'dan ayrılmasaydım dediğim olmuştu.

Yine bir darbe daha aldı sol yanım.
Her defasında farklı bir yerimden kırılıyorum, ne kadar tamam bundan böyle daha fazla kırılmam, daha başıma ne gelebilir desem de hayat saçlarımdan tutup uçurum kıyılarından aşağıya bırakıyor bedenimi.
Kayalara çarpa çarpa yaşama tutunmaya çalışırken buluyorum kendimi.

Sevgilim Mert, bir kaç saat önce evinde pek samimi olmadığım ama arkadaşım dediğim kadınla bastım, uygunsuz bir biçimde. Benim bir kez bile elimi tutmayan adam, başkasının nefesine nefesini soluyordu.
Teni tenine değiyordu !
Bambaşka bir kırgınlık bu, öfkeyle harman olmuş dağılmışlık hissi.
Bir daha insanlara güvenemeyecek oluşumun içimde yer ettiği dinmez bir kanama bu.

Benliğimi sorgulatan bir ihanet.
Benim neyim eksik lan dedirten, kadınlık onurumu ayaklar altına alan bir ihanet.
Dengesimi şaşırtan, yoldan saptıran yanlışa meyillendiren bir ihanet.

Babamın korkusuna dokunmamıştı bana biliyorum, yoksa başkasını nefessiz kalacak kadar beceren bir adam bana dokunmadan duramazdı.
Öyle safımki seviyor sanıyordum.
Sevdiği için dokunmaya kıyamıyor sanıyordum.

Babamla üçüncü dünya savaşı yapmaya hazırlanacak kadar sevildiğimi sanıyordum...

Denizin kokusunu derin derin çektim içime, bir karar verdim o an.
Babamdan kaçışım yoktu, biliyorum istediğim hayatı yaşamama izin vermeyecekti.
Ve dört senedir hapis hayatıma dönmemek için uslu kız çizgimden kaymamaya çalışmıştım. Babama laf gitmesin, geri almasın diye okuldan eve evden okula, bazen de en yakın arkadaşım Irmağın çalıştığı kafeye gidiyordum.
Ara ara kaçamak yaparak Üsküdar'a gelir, kayalara oturur şuan olduğu gibi denizi seyrederdim.

Bir kaç kez Avrupa yakasına geçmişliğim vardı tabi. Taksime gitmemek, Beyoğlu'nu gezmemek olmazdı. Babama haber uçmasın diye bütün bunları da tek başıma yapardım.

Dudağında Ölüm VarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin