*Ne işin var senin, burada?!*
Bir şehir düşünün; hem acının hemde mutluluğun kaynağı olan bir şehir. Hem kaybedişin hemde yeni zaferlerin kazanıldığı bir şehir. Başımı omzuna yasladığım adam için bu şehir bunları ifade ediyordu.
Acaba, Merve ölmeseydi biz yeniden biz olur muyduk? Ben felaketten doğan mutluluğa aşık olabilir miydim yine? Eğer Merve yaşasaydı ve ben Yavuz'a aşık olsaydım büyük ihtimalle aşkımı kalbime gömer giderdim. En iyi yaptığım şey değil miydi zaten bu? Zamanında Yavuz'u bırakıp gitmemiş miydim? Kendimi öldü göstermemiş miydim?
Ondan 6 ay ayrı kalmak 6 asır gibi gelmişti bana. Sevipte dokunamamak! Cennet kokusunu içine çekememek. 'Yavuz dur ağlama, ben ölmedim yaşıyorum!' diyememek insana ne kadar koyuyor bir ben bilirim bir de Allah.
Doğrusunu söylemek gerekirse uçak yolculuğu beni çok yormuştu. Bir de bu yetmezmiş gibi taksi yolculuğu çekiyorduk. Yavuz yorulduğunu belli etmemeye çalışıyordu ama çok yorulduğu anlaşılabiliyordu. Bir de üstelik başımı omzuna yaslayarak daha çok yük olmuştum ona.
Yavuz'un derin bir iç çektiğini hissettim. Bir kitapta okumuştum. Severek okuduğum bir kitaptı ve kocaman bir sayfanın arasında sıkışıp kalmış o satır beni etkilemeye yetmişti.
"Durduk yere derin bir iç çeken insanlara iyi bakın. Onların içinde bir yerlerde yarım bıraktıkları bir nefesleri vardır!"
"İyi misin?" dedim çünkü durduk yere iç çekişi beni gereksiz bir şekilde tedirgin etmişti. Yavuz bir süre sessiz kaldıktan sonra konuştu.
"Kafam karışık" bunu söylerken öyle bir tını kullanmıştı ki bir an için ona sımsıkı sarılmak geldi içimden.
"Neden?"
"Babamın başka bir kadından çocuğu var ve ben o çocuğun peşine düştüm. "
"Bunda kötü bir şey yok, Yavuz. Bak baban bir hata yaptı ama babanın hatasını masum bir çocuğa yükleyemezsin"
"Orası öyle. Babamın günlüğünü o evde bulmuştum. O günlüğü okumaya devam etmem gerekiyor. Belki kardeşimin adı veya bir fotoğrafı vardır."
"Haklısın" dedim sadece. Çünkü başka denecek bir şey yoktu. Yol boyunca ikimizde konuşmadık. Tek duyduğum ses dışardan gelen arabaların korna sesleri ve top oynayan çocukların küçük atışmaları.
Yavuz'un kardeşinin kim olduğunu bende çok merak ediyordum. En çokta Hamit Karasunun günlüğünü! Kim bilir neler yazıyordur o günlüğün içine. Yavuz'la bir günlüğüne İstanbul da kalmıştık. Annesini kaybettiği evde buldu o günlüğü. Bir kardeşi olduğunu o günlüğün ilk sayfasından öğrendi.
Peki ama uyuşmayan bir şeyler vardı. Hamit Bey oldukça zeki bir adam olmasına rağmen içine kendi özel hayatındaki sırların yazılı olduğu defteri neden odanın içine öylece bırakmış? Neden saklama gereği duymamış? Benim bildiğim günlükler insanların özelidir ve başka insanların okumasını istemezler. Hamit Bey sanki bile isteye yapmış gibi görünüyor hatta bana kalırsa hepsini bilerek yaptı!
O da istiyordu! Yavuz'la kardeşinin tanışmasını o da istiyordu. Aslında bakılırsa bu işi bir oyuna çevirmişti. Dedektiflik oyunu! Arkasında ipucu bırakarak Yavuz'un o ipucuna ulaşmasını sağladı. Bu oyun üç levelden oluşuyordu.
Level 1: İpucunu takip et!
Level 2: Sonuç ne olursa olsun asla pes etme!
Level 3: Hedefe ulaş!Söz konusu hedef ise Yavuz'un gizemli kardeşi'ydi tabi ki. Taksi durduğunda ücreti ödeyip araçtan indik. Geçen sefer bu evdeyken Yavuz'la aramız kötüydü. Bu sefer aramızdaki buzlar erimiş bir şekilde buradaydık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sarı Komutan #Watty2019
Roman d'amourİster yas tut benim için. Ben çoktan ölmüş gitmişim "Hoşçakal Sarı Komutan" "Hoşçakal Doktor Hanım"