30. Bölüm - Her Şeyi Yak

1.6K 259 137
                                    


Onun, ömründe dolduracağı seneler O gelmeden çok önce hazırlanmış olmasaydı... Bir ihtimal hafif sıyrıklarla atlatabilirdi bu yürek kazasını. O gelgeç bir hoşlantı yahut aşk değil,  Anadolulu yüreğinin daha derinden bildiği kara sevda idi. Ve şimdi, komadaydı.

Kof bir ağaç gibi uyandığı kaçıncı sabahtı unutmuştu. Günlerden neydi ve kaç yüzyıl yaşındaydı da bu kadar kemikleri sızlıyordu, bilmiyordu.

Duvarları yumruklamaktan derilerini parçaladığı parmaklarıyla dün sabah... Paslı küçük lavoboda elini yüzünü yıkadıktan sonra, başını kaldırdığında karşılaştığı tanımadık yüzü gösteren aynayı da yumruklayıp hem sırı yer yer dökülmüş lekeli camı, hem henüz kabuk bağlamış taze yaraları bir kez daha parçalamıştı. Cildinin uyuştuğunu farkediyordu. Oysa istediği bu değildi. O, acısını döşeği yapmak ve o çuvaldızlı döşekte kıvrılıp uyumak, kanlı karabasanlarda ter içinde kıvranmak, boğulmak, nefessiz kalmak istiyordu.

Demişti Ona; İnsan hiç kuruyarak ölür mü?.. Çıraya döner mi?.. Sensiz ben kururum demişti. Kurumuştu. Yanmıştı. Sönmüyordu. Yüreği dipsiz bir benzin kuyusuydu demek, yandıkça yanıyordu.

Çektiği acıyı mezara götürmek istiyordu.

Mezara götürebileceği tek aksesuarı, dünyada yaptığı seçimlerin fani bedeniyle birlikte baki kalacağı tek izi, bir zamanlar bir yerlerde bir şeyler yaşadığının tek kanıtı, ruhunun sızısı... Dövmeleriydi...
*****

Alekos, Atina'ya dönüp kızını bulduğu perişan hale inanamadı. Odasının eşiğinde donakaldı. Söylemek üzere olduğu kelimeyi yutkundu. Gözlerini sıkıca kapattı ve hatıralarında kanlı ölümüyle gezinen hayaletiyle konuştu,
'Ebru bana bunu yapma! Yardım et...'

İlk şaşkınlığından silkelenip Elissa'nın yatağının başucuna geldi. Kızı sırtını arkasındaki toz pembe üzerine simli beyaz minik yıldız desenleriyle bezeli duvara yaslayıp dizlerine sarılmış boşluğa bakıyordu. Alekos'un yerine kızına refakat eden arkadaşı gelip kulağına 3 gündür sürekli ağlayıp bağırdığını ve pek bir şey yemediğini fısıldadı.

Belliydi zaten. Elissa'nın buğday teni hasta diyebileceği kadar sararmış, gözleri ağlamaktan şişmiş,yeşil irisleri kaybolmuş, göz altları çöküp morarmıştı.

Babasına başını çevirip bakarken dudakları aralandı, söyleyecek, isyan edecek ne çok şeyi olduğunu hatırladı ama konuşacak gücü yoktu. Açlıktan birkaç kez baygınlık geçirmişti. Bakıcısının zorla içirdiği birkaç yudum sütle hayattaydı.

Alekos aile doktorunu çağırdı kızına. Vitamin takviyeli ve sakinleştiricili bir serum taktılar ve Elissa yine derin bir uykuya daldı. Uyandığında Alekos başucunda kahvaltı tepsisiyle bekliyordu. Elissa yatağında doğrulup tepsiyi kucağına çekti. İştahla kızarmış ekmeğine çikolata sürüp yemeğe başladı. Meyve suyunu içti, ikinciyi istedi, önüne konulan her şeyi yedi.

Alekos sevinçle izledi kızı. Elissa kahvaltısını bitirdikten sonra kalkıp elini yüzünü yıkadı, dişlerini fırçaladı, tahriş olan boğazına ilaç sıktı.
İşte hazırdı...

Babasıyla açlıktan baygınlık geçirmeden, Bodrumdaki lanet hastanedeki gibi bilincini kaybetmeden yüzleşmek istiyordu.

Kısılan sesiyle olabildiğinde bağırdı, eliyle sol göğsüne vurdu,

"Turnanın eşini vurdun Kaptan Alekos!"

Alekos anlamadı ama kızın elinde salladığı turkuaz ipe bağlı gümüş turna kolyesini daha önce de görmüştü. Kerem'den hediye olduğunu düşündü.

KARŞI KIYI - TamamlandıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin