6.Su Gibi 💧

2.4K 381 162
                                    

(Merhaba arkadaşlar genelde başa not yazmayı sevmesem de bu sefer sizden bir ricam olacak. Sürprizli bir bölüm yazdım, ricam; önce gelenler, sonra gelenlere bir şey çaktırmazsa sevinirim? Okuyanlar anlayacak ne demek istediğimi;)
Sevgiler, keyifli okumalar, yorumlarda buluşalım ama çaktırmadan☺️🤭😉)

                                 💧

Su azizdir, su temizdir. Birine içten bir teşekkür etmek istendiğinde 'Su gibi aziz ol' denir. Su kadar büyük mecburiyet olabilme yetisi herhangi bir canlı için imkansız olsa da ne yüce bir temennidir. Ya güzel bir kadını tarif ederken söylenen 'su gibi' benzetmesi?.. Lekesiz, berrak anlamında kullanılan yine ne yüksek bir iltifat. Sonra, Türkler inanışında tez elden kavuşmak, yeniden görüşmek dileğiyle yolcu edilen sevdiklerinin ardından su döker ve 'Su gibi git, su gibi gel' derler. Ya zamanın anlamadan akıp gittiğini ve durdurulamayacağını ifade eden 'Su gibi geçti' tanımı...

Sudan sebepler, suyu çıkmak, suyunu sıkmak, suyunun suyu, su kuşu, sular seller gibi ezberlemek, kırk dereden su getirmek, bir içim su, üstüne bir bardak su içmek, içecek suyu olmak, gözü su içmemek, dümen suyunda gitmek, huyuna suyuna gitmek, ayaklarına kara su inmek, ekmek elden su gölden, eline su dökmek, bir kaşık suda boğmak, havanda su dövmek, başından aşağı kaynar sular dökülmek, suya düşmek, içine su serpilmek...

Suyla ilgili ne çok deyiş vardı. Susuz yaşamayacağımız gibi, susuz konuşmamız da neredeyse imkansızdı. Demek dildeki su tanımları bilinçlerden komple çıkarılsaydı? İletişim kör, sağır, dilsiz, çolak ve yetim kalırdı?...

Alekos depremden sonra boşalan otelinde arka bahçede bitkilerini sulayıp, onlarla konuşuyordu. Kerem elinde bir bezle arka bahçeye açılan cam kapıyı silerken hayranlıkla adamı izliyordu. Alekos kocaman bedeninden ve iri ellerinden beklenmeyecek incelikle çiçeklere ve yapraklara nazikçe dokunuyor, eğiliyor, okşayıp iltifatlar ediyordu Rumca ve Türkçe... En arkada koridorda ise, Elissa ikisini birden izliyordu. 'Sevdiğim iki adam' diye karar verdi. Sanki kaderi üzerinde henüz 14 yaşındayken bir karar verme hükmü mümkün olabilecekmiş gibi, ancak O büyüme çağının doruğunda kendini keşfederken hayalleri ve aklından geçen her şeyi dünyadaki tüm yazgıların üstünde görme iddiasına sahipti. Düşündü ve O'nları birşeye benzetti. Babasını, tarih, medeniyet ve mitler rahmi koca Olympos Dağına, Kerem'i ise tarihin en eski iç denizi ve efsanelerin beşiği Ege Denizine...

Alekos gözünü karısının kendi elleriyle diktiği begonvil fidanından ayırmadan, anılara dalıp gitmiş halde kuru yaprakları elleriyle temizledi. Atmaya kıyamazdı dökülenleri. Odasındaki bir cam fanusa doldurur kokusu olmasa da çürüyenlerin yerine yenileri gelene kadar durup durup izlerdi. Bazen de eğer, o tarafa yolu düşerse, kuruttuğu çiçek ve yapraklardan kadının mezarına götürüp serperdi.

Elissa'nın bildiği mezarına değil. Elissa'nın annesine dair bildiği hiç bir şey doğru değildi ki mezarı doğru olsun. Kadının öldüğü doğruydu sadece, kalanı hep Alekos'un uydurduğu lakırdılar... Artık kız dediği gibi büyümüş, bu lakırdılarda bulduğu her boşluktan adamı vurmaya başlamıştı. Kalbini kadınla beraber gömdüğü toprak altında çürütmüş, kalpsiz idame ettirdiği ruhunun her zerresini adadığı kızına dahi acımasız biri olmuş, çıkmıştı. Azıcık insafı olsaydı mesela, Elissa'ya 'Bunları annen dikti buraya. Elleriyle toprağını kazdı, elleriyle kökünü toprağa yerleştirdi, dualar ederek can suyunu verdi. İlk baharda sürgün veren taze çiçeklerinin altında bana senin doğacağın müjdesini verdi. Güzel günlerdi. Begonvil çiçekleri kadar pembe günlerdi.' diye anlatırdı. Ama ketumdu Alekos. Belki de bazı acılar insanı dilsiz bırakacak kadar sert geçiyordu insan ömründen kara bir kış misali...

KARŞI KIYI - TamamlandıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin