Babamın bizi bildiğine hâla inanamıyordum...
O gece kahveleri yapıp yanlarına gittiğimde babam Devran'ı neredeyse kovmuştu. "Derindeki tuz yakar şimdi seni, sen git de duş al," demişti. Devran ise babamın sözlerini uygulamış elini öptükten sonra gitmişti. Yolculamak için peşinden gidememiştim, babam izin vermemişti çünkü.
Tabii o an babamın Devran'ın yüzüp yüzmediğini nereden bildiğini sorgulayamamıştım. Gece odama çıktığımda anca idrak edebilmiştim.
Babamın bizi öğrendiğini de babamın kendisi bana söylemişti. Eğer ben mutluysam, onun için bir sorun olmadığını belirtmişti. Sonuna kadar destekcimiz olduğunu üstüne basa basa söylemişti. Keşke lafının arkasında dursaydı.
O gecenin üzerinden tam iki gün geçmiş olmasına rağmen, tüm pozitifliklere rağmen Devran ile yalnızca telefonda görüşebilmiştik. Sebebi ise şaşırtıcı bir şekilde yine babamın kendisiydi. Her sabah işe beni kendisi bırakıyor, her akşam yine kendisi alıyordu.
Neyse demiştim kendi kendime, nasıl olsa akşamları iki aile birbirimize gidip geliyoruz, görüşürüz... o da tutmamıştı ne yazık ki. Babam bir şekilde bizim onlara gitmemizi ya da onların bize gelmesini engellemişti. Uzun lafın kısası babam izin vermişti vermesine ama Devran'ın sabrını ölçüyor gibiydi. Neyse ki Devran sabırlı bir adamdı, en azından konu babam olunca sabırlıydı. Çünkü aynı tavrı Doğan abim takınsa ona fırsat vermez bir şekilde görüďmemizi sağlardı lâkin babama karşı gelemiyordu.
Ama ben sabırlı değilmişim, onu anlamıştım şu iki günde.
Üçüncü günün sabahı, babam beni kuaföre bırakıp kendisi işe gitmişti. Ben de rutin, gelen müşterilerle ilgileniyordum. Öğleden sonra tek tük gelen olunca Pelin ile birlikte dışarıdaki masaya geçtik. Ebru yukarıdaki dinlenme odasında, Selin ise az evvel gelen kuzeninin yanındaydı. Çaylarımızdan yudumlarken "Ee, ne var ne yok?" diye sordum. Gözlerim ara ara az ileride seksek oynayan kızlara kaysa da genel olarak Pelin'de idi.
Sorumla dik omuzları bir miktar düştü, yediği çikolatayı kenara bırakıp çayından büyük bir yudum aldı. Dili yanmış olmalıydı ki ilk önce yüzunü buruşturdu sonra zor da olsa yutkundu. "Oğuzdan mı bahsediyorsun?" Başımı salladım olumlu anlamda. Geçenlerde aşağı mahallede çay bahçesi işleten Oğuz ile görüştüğünden bahsetmişti çünkü. "Olmadı o iş, ayrıldık," dedi sıradan bir sesle. Sanki havadan sudan yaptığımız önemsiz bir sohbetin içerisindeydik.
Fuat'dan hoşlandığını bildiğim için ayrılmalarına hiç de şaşırmamıştım. Yine de Pelin bu bilgiyi bilmediği için yalandan şaşırarak "Niye?" diye sordum. Gözlerini kaçırarak sıcak olduğunu az önce dilini yakarak test ettiği çayın kalan kısmını tek nefeste içti. Yeniden yüzünü buruşturduktan sonra zar zor konuştu. "Ne iyi geceler diyordu ne de günaydın."
Başımı geriye atarak içten gelen bir kahkahayı saldım. Ben içli içli gülerken o da kıkırdadı. Sunduğu bahanenin ne kadar çocukça olduğunun o da farkındaydı, en son lisede karşılaştığımız bir bahaneydi çünkü. "Hayatımda duyduğum en saçma bahane," dedim gülmemi durdurmaya çalışırken.
İstemsizce bizi düşündüm. Devran'ın istinasız her akşam ve her sabah mesaj yazdığını, mesajlardaki sesli harfleri uzattığını ve sonuna kalp emojisi koyduğunu... korkunç bir düşünceydi! Hayali bile tüylerimi havaya dikmeye yeterdi, eğer tüylerim olsaydı tabii. Devran bana her gün o mesajları atsa sıkıntıydı, atmaması daha iyiydi.
"O ne dedi?" Gülmemi durdurabilince anca sorabildim, dudaklarımda hâla derin bir gülümseme vardı. Dudaklarını aralamasına kalmadan yeniden konuştum. "Hatta dur, tam olarak çocuğa ne dedin ilk önce onu soyle," dedim. Çünkü nasıl bir cümleyle ayrıldığını merak etmiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Başı Yok Sonu Çok
General FictionBu kurguda argo, küfür ve yetişkin içerik barındıran sahneler bulunmaktadır. ●○●○● "Beni sokmaya çalıştığın kalıpta olmadığımı sen de ben de gayet iyi biliyoruz." Ne kast ettiğini gayet net anlamıştım sanırım. Ona sürekli abi dememi kast ediyordu. "...