Jeju, Güney Kore~
Ne zaman yeni bir yere gitsem kokusunu içime çeker, bende bir şeyleri çağrıştırmasını beklerdim.
Bir anı, uzun zaman önce yaşanmış ama derinlerde bir yerlerde iz bırakmış olan ufacık bir anı bu kokuyla beraber zihnimde her canlandığında ise mutlu olur, o anı beklediğimin aksine beni mutlu etmese bile yaşanmışlıklarım sanki hiç yaşanmamış gibi yapmak yerine o günleri atlattığım için sevinmeyi denerdim.Uçuşan saçlarım ve aslında oldukça kalabalık olduğundan çok gürültülü olan plajın sıcak kumlarının ayak tabanlarımda uyandırdığı his de tıpkı burnuma gelen tanıdık tuzlu deniz suyunun kokusu gibi beni geçmişe, seneler öncesine götürmüştü daha geldiğimiz ilk saniye. Sağ elimden tutup parmaklarımızı birbirine geçirmiş olan sevgilim olmasa muhtemelen gerçekten dakikalarca orada dikilir, seneler önce ailecek geldiğimiz bu sahilin her köşesini sarhoş adımlarla dolaşırdım.
"Çok sıcak..." Elimi bırakıp sanki sıcaktan yakınmıyormuş gibi arkadan belime sarılmasını beklemediğimden birkaç saniye ne diyeceğimi bilememiştim.
"Sıcak ve nemli, biliyorum. Alışsan iyi edersin." Dedim yavaşça ona dönüp ellerimi omuzlarına koyup gözlerine gülümseyerek bakarken. Kızarmış yanakları ve bunalmış ifadesi de dahil her şeyiyle eşsiz duruyordu. Kahverengi saçlarının önleri terden nemlenmiş, dudakları öne doğru kıvrılmıştı ufak bir çocuk gibi. Jeju'ya geleli dört gün oluyordu ve bu dört gün boyunca yüzündeki şu ifadeyi asla silememişti. Sanırım sıcaktan gerçekten haz etmiyordu.
"Ne zaman yalnız kalabileceğiz?" Aniden yönelttiği sorusunun sebebini biliyordum.
Her şey geldiğimiz günün sabahı başlayan koşuşturma ve sonrasında asla yalnız kalamayışımızdan kaynaklanıyordu aslına bakarsanız. Geldiğimiz günün sabahına birlikte uyanmış, uzunca bir sürede birbirimizden ayrılmamıştık sanki tek aradığımız buymuş gibi. O günün akşamı diğerleri de bize dahil olduğundan, evin her yerinde insanın başını şişiren bir insan kalabalığı vardı ve inanın bana o kadar valiz ve insan varken pek de romantizm yaşanmıyordu. Sürekli boş meseleler üzerine alevli tartışmalar çıkıyor olması da etkenlerden yalnızca biriydi tabii.
"Güneş kremini sen mi aldın Hyuck? Bir kere de aldığın bir şeyi yerine koysan şaşarım zaten!" Tam cevap vereceğim sırada Renjun'in sesini duyduğumda Mark'ın kollarından ayrılıp şezlongun kenarında duran çantamı işaret ettim.
"Çantamdan alabilirsin aptal, niye atar yapıyorsun yine sen bakayım?" Başındaki şapkayı düzeltirken suratındaki şirin ifadeyle gülmemi durduramamıştım. Çok uykusuz ve yorgun duruyordu. Beyaz tenli olduğundan en ufak şeyde kızaran yüzünü ellerimin arasından kurtarıp omuz silkti.
"Neden Yangyang benimle aynı odada kalıyor? Keşke Doyoung Hyung'la falan kalsaydım... Hiç rahat hissetmiyorum." Dedi sanki konuşmak için bu anı bekliyormuş gibi tek nefeste.
Geçen sefer üniversite gezisiyle geldiğimiz tatil köyünde kalıyorduk ve herkes istediği kişiyle kalabilecekken Doyoung Hyung tek kalmayı istediğinden, oda yetersizliği sebebiyle Renjun da Yangyang'la kalmak durumunda kalmıştı fakat görünüşe bakılırsa pek de memnun değildi bu karardan.
Hala utandığına inanamıyordum... Buraya geldiğimiz ilk akşam yemekten sonra Yangyang onu zorla bir yere götürüp gezdirmeyi teklif etmiş, Renjunie'nin ilk öpücüğünü de o gece almıştı fakat o günden beri her ne olduysa aralarında gözle görülür bir mesafe vardı. Tabii uzak duran daha çok Renjun gibi durduğundan, kimseyi suçlayamazdım bu durumda. Utançtan neler yapabileceğini iyi biliyordum zira."Neden öyle söyledin, seni rahatsız mı ediyor?" Sordu Mark da, konu ilgilisini çekmiş gibi merakla.
"Hayır öyle değil... Utanıyorum sadece tamam mı? Neyse, kapatalım konuyu." Hızla konuşup bize fırsat vermeden uzaklaşmıştı. Arkasından tereddütle bakıyorken Mark başını boynuma yaslayıp söylenmişti bıkkınlıkla.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Finally//Beautiful Stranger • markhyuck
Teen Fiction//markhyuck// ... Birkaç kez sertçe yutkunup ilk kez dolan gözlerini gizlemeden gözlerime baktı. Yağan yağmur muydu bütün bedenimi üşüten, yoksa onu bu denli güçsüz görüşüm müydü bilmiyordum. " Değişimden korktuğumu biliyorsun, belki de bu yüzden he...