Kırmızı Kartondaki Kurallar...

1.7K 196 242
                                    

La'Vender Restaurant, Güney Kore~

Tanrı beni yaratırken her şeyden azar azar eklemiş, aptallıktan ise tüm bunlardan iki kat daha fazla eklemişti sanırım. Çünkü şuan içinde bulunduğum heyecanın başka bir açıklaması kesinlikle olamazdı.
Avuç içlerim stresten yapış yapış olmuşken, ense kökümdeki uzun saç tellerinin terden sırılsıklam olduğunu hissedebiliyordum. Bu da mide bulantımı arttırıyordu çünkü terden oldum olası nefret ederdim.
Her şeyden önce kendimle gurur duyuyordum zira kalbimi paramparça eden adama aslında sandığı kadar zavallı olmadığımı göstermiştim o gece. Mark Lee kendini, abimin de deyişiyle, bulunmaz Hint kumaşı sanıyordu belki de... Ancak onun eşsiz olduğu fikrine ben de tüm kalbimle inanan bir aptal olduğumdan bunu es geçecektim.

Yaşadıklarımın hiçbiri normal değildi fakat bu olayın da tıpkı onunla tanıştığım ilk günki gibi lavaboda gerçekleşmesi artık tuhafın da ötesindeydi.

Yine en gereksiz yere takılıyorsun...

Kafamda yankılanan onca sesin arasından en son bana küsüp kapıyı çarpan Jaemin'inkini seçebildiğimde elimdeki şarap bardağını daha sıkı tutup derin bir nefes aldım. Sanırım eve gidince onu aslında çok sevdiğimi göstermem gerekecekti zira şuan sinirden evdekilere de kök söktürdüğünü tahmin edebiliyordum.

Tanrı biliyor ya, hayatım boyunca şeytana pabucunu ters giydirecek kadar fena biri olmuştum. Bu nedenle de hayatıma giren bazı insanlar ardlarına bakmadan kaçıp giderken diğerleri de bunu ilginç buluyordu. Zaten kendim gibi olan çocukluk arkadaşlarıma bakan biri de bunu kolayca anlayabilirdi. Ancak Mark hayatıma girdiğinden beri öylesine değişmiş ve olgunlaşmıştım ki aynadan bakarken kendimi tanıyamıyordum bile. Yine o gece restoranın tuvaletinde Mark'ın dudaklarına ondan vazgeçeceğimi fısıldayacak kadar kafayı yediğim başka bir zamanı da hatırlamıyordum.

Her şey her yerdeydi sanki. Çok da kontrollü olmayan ben için bile fazlaydı bunca sarsıntı. Gözlerimi kırpıştırıp kendime gelmeyi denemem ve üst üste elimdeki şarap bardağından yudumlar almam pek de işe yaramıyor gibiydi.

Masaya geri geldiğimde kendimi olabildiğince güçlü hissetmekle beraber, günler sonra onunla yakınlaşmanın verdiği o sarhoşluğu yaşıyordum. Dudaklarına öylesine yakın olmak ve onlara tutunamamak çok zorlayıcıydı fakat kendimden beklemediğim bir şekilde dik durabilmiştim işte. Şimdi farkediyordum ki, aslında onu ölesiye özlemiştim. Beni öptüğü günden beri kalbim de aklım da ona bağlanmış haldeydi. Ne yaparsam yapayım içime attığım onca his onu görmemle ortaya çıkıyor, ilerlediğimi sandığım o iki adımı bile gidemediğimi gösteriyordu.

Uzun bir süre boyunca normal konulardan konuşulurken Mark nihayet on dakika kadar sonra masaya gelebildiğinde saçları dağılmış, siyah gömleğinin üstteki düğmeleri ise aralanmıştı. Gözlerindeki öfkeyi görmemek kesinlikle mümkün değildi ancak bu öfkesi bana mıydı kendine miydi bu seferlik karar verememiştim.

Masadaki şarap şişesinden bardağıma şarap dolduran Zhennan hala merakla bana bakıyor olsa da bir şey anlatmak istemedim, zira anlatırken eriyip yok olabilirdim. Tam karşımda oturuyor olması zaten fazlasıyla zorluyordu beni. Kokusu tekrar etrafımı sarmışken, mideme ılık ılık bir şeyler akıyordu sanki. Onun çekimine her saniye daha fazla kapılıyordum ve dağılmış ifadesi şimdi her şeyi daha da katlanılmaz kılıyordu.

"Şuan meraktan ölebilirim Donghyuck. Eve gidince anlatacaksın değil mi?" Zhennan gerginlikle kulağıma fısıldadığında gülümsememi durduramamıştım. Mark'ı o halde dudakları aralık kalmış şekilde lavaboda bırakıp gelmem bile içimi kıpır kıpır ediyordu. Sanırım tamamen delirmiştim. Bunun mutlu olunacak nesi vardı sanki?

Finally//Beautiful Stranger • markhyuckHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin