Han Nehri, Güney Kore
Bir günlüğüne kendime izin vermek istiyordum. Tüm hayattan ve getirdiklerinden uzak, boşlukta özgürce süzülmemi sağlayacak o kısacık araya muhtaçtım.
İnsan bazen tüm hayatından bıkıyordu. Bilirsiniz, on dokuz yaşının başında bir genç için durum tam tersi de olabilirdi. Fakat ben oldukça bıkkın ve umutsuzdum bu günlerde. İçimdeki boşluk hissi canımı yakarken kendime başka bir boşlukta süzülmek istediğimi söylüyordum. Tutarsız düşüncelerim Han Nehri'nin kıyıya vuran dalgaları kadar soğuk, yalnız hissettiriyordu.Yeni bir haftaya başlamış olmamız yeni bir haftaya hazır olduğum anlamına gelmiyordu doğrusu. Aklımda sürekli yankılanan düşünceler ve buna ek hayatın kendi akışı benim yetişebileceğimden fazlasıydı. Oysa ben bu değildim. Her ne kadar şuurlu hareketlerim bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar az da olsa bu ben değildim. En azından kendimi o kadar tanıyordum.
Son bir haftada kendimi derslerime daha fazla vermiştim. Bir şeyleri düşünmemek için en iyi yol bu gibi duruyordu. Babamı her sabah arayıp nasıl olduğunu sormam paranoyakmışım gibi bir izlenim bıraksa da hala suçlu olduğumu düşünmekten kendimi alamıyordum. En yakın tatilde yanına gidecektim.
Birkaç dakikadır üzerine oturduğum kaya parçası popomu donduracak kadar soğuktu ancak hareket edecek halim yoktu. Yan tarafımda oturan Jeno da en az benim kadar yorgun ve bitkin duruyordu. Bugün yine fazla yürümek zorunda kalmıştık. Ayaklarımın altı acıyordu. Onun da iyi olmadığına emindim.
Aslında kendime takıntı haline getirdiğim ve bana hayatı zehir etmeye devam edip katlanarak büyüyecek olan o fikirleri yok etsin diye uğraşlar buluyordum. Bugün Jeno ile uzun zamandır konuştuğumuz gibi bir iş bulma girişiminde bulunmuştuk. Açıkçası Renjun da bizimle gelmek ve yardım etmek istemişti. Daha sonra ders saatleri biter bitmez bizi beklemek için okulunun yakınlarındaki kafeye gittiğinde iş ilanını görmesiyle bizi araması bir olmuştu. Tamamen şans meselesiydi. Söylediğine göre okuldaki Çinli arkadaşı Xiaojun da orada part time çalışıyordu. Gerçi onu henüz tanımıyorduk.
Jeno ve ben de derslerimiz bittiğinde, Jeno'yu tam bir saat beklemiştim, buluşup kafeye gitmiştik. Kafenin sahibi başta bizi istememişe benzese de sonunda kabul etmişti. Açıkçası bu durum modumu çok yükseltmişti. Yani en yüksek haliydi bu modumun.
"Jaemin mesaj attı yine. Eve gelin diyip duruyor. Hayır anlamıyorum bu çocuğun başka işi yok mu?"
Hafifçe kıkırdayıp omuzlarımı silktim. Jaemin'in her zamanki meraklı halleriydi. Buna alışması gerekiyordu çoktan.
"Her zamanki Na meraklı Jaemin işte. Ama doğru söylüyor saat gecikmeden gidelim. Abim gelir falan."
Yavaşça toparlanıp doğrulduğumda o da kalkıp taşın üzerinden inmişti.
"Zaten abileriniz bir işin de içinden çıkmasa şaşardım. Hayır yani Taeyong hyung bu kadar çevre edinirken sorun yok da biz şu ünlü Han Nehri'ne gelince mi suç? Tüm Kore halkı zaten burada yani. Olay yapmaya ne gerek var?"
Doğru diyordu aslında. Herkes sanki buraya toplanmıştı. Neyse ki biz aralarından sıyrılıp metroya binene kadar biraz daha saat ilerlediğinden etraf sakindi.
Eve gelip anahtarla kapıyı açtığımda aniden karşıma çıkan Jaemin yüzünden geri kaçmam bir olmuştu. Hemen arkamda dikilen Jeno bunu beklemiyor olacaktı ki kafam onunkine çarpmıştı. Acıyla alnını tutarken öfkeyle bağırdı.
"Senin ağzına sıçayım Donghyuck! Gerizekalı mısın ne aniden hareket ediyorsun!?"
Jaemin ise telaşla ikimize bakıyordu zira biraz sert çarpışmıştık. Elimle başımı tutarken kapıda ağzı açık dikilen pembe panteri itip sinirle içeri girdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Finally//Beautiful Stranger • markhyuck
Teen Fiction//markhyuck// ... Birkaç kez sertçe yutkunup ilk kez dolan gözlerini gizlemeden gözlerime baktı. Yağan yağmur muydu bütün bedenimi üşüten, yoksa onu bu denli güçsüz görüşüm müydü bilmiyordum. " Değişimden korktuğumu biliyorsun, belki de bu yüzden he...