Kırgındım.Olan onca şeyden sonra elimde kalan tek şey avuç içlerimi paramparça eden kalp kırıklarımmış gibi, bir adım ilerleyememiş gibi hissediyordum. İçimde bir şeylerin sürekli ölüp dirildiğine şahit oluyordum ve biliyordum ki, bitmeyecekti çünkü kalp kırıklarım ayağa kalkmama yetecek kadar güçlü değillerdi. Dudak kenarlarımdaki o ölü tebessüm can yakmaktan öteye gidemiyor, ruhumu yaralıyordu.
Bana bir cevap gerekliydi.
Bazen ihtiyacınız olan şey tek bir cevaptı. Tüm dürüstlüğüyle söylenmemiş olsa da bir cevap, bir yalan, bir gerçek... Tutunacak bir dal ararken bir kelimeydi size o gücü verecek olan.
Artık gerçeklere bile ihtiyacım yoktu. Ben sadece bir cevap arıyordum sorularıma. Beni yanıltsa da ayağa kalkmama yardım edecek her şeye razıydım. Bu beni acınası biri mi yapıyordu? Kim bilirdi, belki de bulunduğum dip noktadan daha da dip bir nokta vardı.Mark'ın o gece değişen davranışları belki de beni mutlu etmeliydi. Belki de anlam çıkarmayı ve sebepleri sorgulamayı kesmeliydim. Fazla takıntılı mı davranıyordum? Sanmıyordum. Tek istediğim onun dudaklarından çıkacak bir cevaptı. Neden? Neden bunu yapıyordu? Beni yaraladıktan sonra dokunuşlarıyla iyileştiğimi anlamıştı belki de, fakat bu her şeyi unuttuğum anlamına asla gelmiyordu. İçimi çürüten soru işaretlerini yok edebilecek tek kişi kendisiydi. En azından ayağa kalkmam için bir sebep verse olmaz mıydı?
Ruhsal olarak öylesine yorgundum ki merdivenin başında ettiği kelimeleri duymamak için kafamın içinde bir müzik seti kurup sesi sona kadar açmak, ondan kaçmak istemiştim. Söylediği her şeyin benim nazarımda bir anlamı vardı. Bir şeyler gizliydi her hareketin ardında ve o şeyler her neydiyse... Mark'ın duvarları görmeme izin vermiyordu.
O tepede onun kollarındayken hissettiğim sıcaklığı muhtemelen kimse veremeyecekti. Teninin kokusunu hiçbir çiçekte bulamayacak, dudaklarındaki likörümsü tadı hiçbir şaraptan tadamayacaktım. O benim ilk aşkımdı, gerçek aşkımdı.Şehir ışıklarından daha göz alıcı, beyaz çiçeklerle süslenmiş dolunay görünümlü bir tepeden daha eşsizdi Mark. Ona dokunmak istiyordum. Dokunduğunda iyileşmek ve dudaklarından nefesler çalmak istiyordum. Gecenin bir yarısı boş caddelerde, aslında çalmayan şarkılara onunla eşlik etmek ve belki de çılgınlar gibi dans etmek... Onu olması gerektiğinden daha fazla sevmek, sırtındaki yükü taşımak istiyordum. Geçmişinden bahsederken yüzünde oluşan ifadeyi silmek ve gerçeklere ulaşmak istiyordum aynı zamanda. Tüm bu şeyleri istiyordum ancak ulaşabilmem için bana adım atmasını beklemem gerekiyordu. Ne kadar bekleyecektim? Ne zaman bana karşı net olacaktı?
Her şey boğazıma bir hıçkırık olarak düğümlense de yüzümdeki tebessüm yerini koruyordu. Zaten yaralanmıştım ve biraz daha kırılmak benden çok bir şey eksiltmezdi belki de.
Onu seviyordum. Tanrı'm onu öylesine seviyordum ki uyandığımda avucumda olduğunu fark ettiğim yumuşak parmaklarına sarılıp ağlamak istemiştim. Neden sadece anı yaşayamıyordum sanki?
Söylediği kelimeler ve beni kibarca kucağına alışı eski Mark'tan çok uzaktı. O ışıkların altında defalarca dudaklarımı öperken ve teninde dudaklarımı gezdirmeme izin verirken ise artık onu hiç tanıyamadığımı fark ediyordum. Kendime verdiğim söz onsuz da yaşayabileceğimi bir şekilde kanıtlamaktı belki ancak aramızdaki o çekimi durdurmak her şeyden daha zor olanıydı. Ne hissettiğini bilmek istiyordum ve bir yandan da beklediğim cevabı asla alamayacağıma inanıyordum.
Bizimkilerle birlikte Zhennan'ın arabasına binip Yuta Hyung'un evinden ayrıldığımızda herkes olabildiğince sessizdi. Kalabalık olduğumuzdan dolayı arka koltuklarda sıkış tepiş oturan bizlerin aksine ön koltuğa kurulan Doyoung Hyung oldukça rahat gibi duruyordu. Bense en son beş yaşındayken kucağına oturduğum abimi şimdi dizlerimde taşıyordum. Ne güzel ama(!)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Finally//Beautiful Stranger • markhyuck
Teen Fiction//markhyuck// ... Birkaç kez sertçe yutkunup ilk kez dolan gözlerini gizlemeden gözlerime baktı. Yağan yağmur muydu bütün bedenimi üşüten, yoksa onu bu denli güçsüz görüşüm müydü bilmiyordum. " Değişimden korktuğumu biliyorsun, belki de bu yüzden he...