Yeniden Tanışmak?

1.4K 178 172
                                    

Han Nehri, Güney Kore~

İç dünyamdaki şiddetli depremler tüm dengemi alt üst etmiş, hiçbir şeyden zevk almama izin vermiyordu. Oysa ben annemi kaybettikten sonra bir daha o kadar ağlayabileceğimi sanmıyordum. Fakat bu ani hisler beni eskisinden beter bir hale getirmişti.

Renjun'e olayları eksiksiz anlattığım günün üzerinden iki hafta geçmiş, bu iki haftada kafede çalıştığım altı günün ikisinde Mark'ı görmem, kendi içimde verdiğim savaşta sürekli olarak yenilmeme sebep olmuştu.

Kabullendiğim bir çok şey vardı. Mark Lee güzeldi. Teni pürüssüz, bana nefretle bakan gözleri, aslında oldukça derin ve bana göre kahverenginin en hoş tonundaydı.  Dudaklarında her daim parlatıcısının getirdiği o parlaklık vardı ancak o dudaklardan bana akıttığı zehirli sözler kendimi böcek gibi hissetmeme sebep oluyordu.

Üzerine giydiği her şey nedendir bilmem eşsiz duruyordu. Saçları artık koyu kahverengiydi ve inanın bana ilk gördüğümde birkaç saniye kendime gelememiştim. Öyle yumuşak ve parlaktı ki saçları, her bir teline dokunmak istemiştim. Bunun yanı sıra her ne zaman onu görsem etrafımı sis gibi saran mükemmel kokusu vardı. Onu ilk gördüğüm günden bu yana hakkında aklıma kazınan ilk şey kokusuydu zaten.

Han Nehri'nin dalgalarını seyrederken aklımda onu güzel kılan şeyler, dudaklarımda acı bir tebessüm vardı. Mark kafeye geldiği her iki seferde de ona bir yabancı gibi davranan bana oldukça iğneleyici eleştirilerde bulunup bir nevi canımı acıtmak istediğini belli ediyordu. Asla çizgimden çıkmıyor, yalnızca bir kafe çalışanı olarak gerekeni yapıyordum.

Ona istediğini vermeyecektim fakat o kadar zorluyordu ki beni...

Renjun'e her şeyi anlatmak en başta pişman hissettirse de bu iki hafta boyunca yalnız kaldığımız her an beni rahatlatmış, kimseye bir şey belli etmemişti. Ona anlatmakla hata etmemiştim.

Okul çıkışında birkaç kırtasiye malzemesi almak için dışarı çıkmış daha sonra ise kendimi burada bulmuştum. İyi hissettirmişti biraz da olsa. Artık ağlayamıyordum zaten. Sanırım göz yaşlarım kurumuştu artık.

Kol saatime göz atıp oturduğum banktaki poşetleri topladıktan sonra kafeye gitmek üzere ayaklandım. Çalışma fikri en başlarda beni heyecanlandırırken şuan işkence gibi geliyordu. Mark Lee'nin izleri her tarafta kendini belli ediyordu.

***

Irregular Cafe, Güney Kore~

Elimdeki kırtasiye poşetleriyle kafeye ilerlerken aklım biraz olsun boşalmıştı. Belki daha sık tek kalıp oraya gitmeliydim. İyi hissettirecekse bunu yapabilirdim.

Kafenin ön kapısına gelip içeri girdiğimde kapının üzerindeki ziller çalmıştı. İçeride yoğun bir kahve kokusu vardı ve bugün yine diğer günlerden farksız olarak çok kalabalıktı. Kasadaki kalabalığa kısaca göz atıp masanın arka tarafındaki Vernon Hyung'a selam verdim. Ardından elimdeki eşyaları bırakmak üzere giyinme odasına ilerledim. Dolabı açıp üzerimi değiştirdikten sonra eşyalarımı da düzenleyip kasaya ilerledim.

"Hyuck şu tepsiyi on dört numaralı masaya götür lütfen. Çok insan var yetişemiyorum bugün."

Vernon Hyung'dan tepsiyi alırken bir yandan da artık alıştığım kafedeki müşterilere göz atıyordum. Genelde sıkça gelen insanlar olduğu gibi her daim yeni insanlar görmek garipti. Tek bir dünyaya sahip olduğumuzu sanıyorduk fakat bana göre her insan kendi içinde bile onlarca dünyaya sahip olabilirdi. Göremiyor oluşumuz yok olduğu anlamına da gelmezdi. İçimdeki bölünmüşlüğe bakarsak benim de sahip olduğum onlarca dünya vardı. Yorucuydu bu.

Finally//Beautiful Stranger • markhyuckHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin