Seul, Güney Kore~
Yaz mevsimini giriş, gelişme ve sonuç olarak üçe ayıracak olursak, en sevdiğim tarafı giriş ve sonuç kısmı olurdu sanırım.
Ortalarına geldiğimizde, her yerimi yapış yapış yapan ve saçlarımı yolup yazı kel olarak-abartıyordum-geçirmeme sebep olan bu mevsimin gelişme kısmından bana hiçbir hayır gelmemişti şimdiye dek. Her seferinde biri diğerine eş olarak geçen yaz tatillerimin de sürekli uyuyup uyanmak ve dondurma yemekle geçtiğini farz edersek oldukça sıradan ama normalden daha sıcaktı yani.Bu yaz başka olacaktı.
Her şey, eksiksiz olarak her şey bambaşkaydı bu sefer. Benim bir sevgilim vardı. Yo, hayır hayal ürünü ya da odamda yatağımın altına sakladığım ve bir zamanlar abim tarafından yakalanıp alay konusu edilen posterlerde salya akıtarak izlediğim idollerle olan hayali ilişkim de değildi bu seferki. Gerçekti.
Hatta öyle gerçekti ki, arada geceleri uyanıp onunla olan mesajlaşmalarımızı kontrol ediyor ve rüya olmadığını kanıtlıyordum kendime. Çekildiğimiz sayılı resimleri çıkartıp baş ucuma ve odamın belirli yerlerine asmam dolayısıyla da uyandığım her seferinde o resimleri ayrıca yokluyor, kendimi buna; bu ilişkiye alıştırmayı deniyordum.
Delicesine seviyordum, bu yaz nasıl diğerlerine eş olabilirdi şimdi?
Yıkanmaktan rengi daha da açılmış toz pembe saçlar, üzerine gölgeler düştükçe öpücükler kondurmak istediğim çıkık elmacık kemikleri; kömür karası parlak gözler ve onu her zamankinden sevimli gösteren ciddi surat ifadesiyle kafenin en köşesindeki masada oturan sevgilimi olduğum yerden izlediğim bilmem kaçıncı dakikaya girerken artık yanına gitmem gerektiğini biliyordum. Ancak yine de bulunduğum yerden koca bir aptal gibi onun şirin suratını izlemekten alıkoyamıyordum kendimi.
"Yürüsene Hyuck, ne bekliyorsun Tanrı aşkına!"
Geldiğimiz kafenin girişinden seslerini duyabildiğim Renjun ve Yangyang gelene kadar kafamdaki delirtici seslerle beklemeye devam etmişsem de Yangyang yanıma gelip kolumdan çekiştirmeye başladığında onu durdurmaya yeltenmemiştim bile. Onun elinden kurtulmaya kimin gücü yeterdi Tanrı aşkına? Öyle enerjik ve hareketliydi ki, arada Renjun'i kucaklayıp ortalıkta koşturuyor; Renjun sinir krizine girip onu kovaladığında da bundan gram etkilenmeden ona sarılmaya devam ediyordu. Bu sahneyi her bir araya geldiğimizde yaşamamız sonucunda ezberlemiştim anlayacağınız.
Açıkçası, bıraksalar birkaç dakikamı daha Mark'ın güzel mimiklerini izleyerek geçirebilirdim zira şu içinde bulunduğumuz son bir haftada bırakın dikilip birbirimizi izlemeyi, konuşmaya bile vaktimiz kalmamıştı.Hep beraber yemeyi denediğimiz rezalet aile akşam yemeği faslından beri öyle çok şey yaşanmıştı ki, bir süre sonra görüntülü arama yoluyla konuşarak ya da kafede mesai saatlerim boyunca beraber vakit geçirerek özlem gidermekte bulmuştuk çareyi.
O malum akşam Esmeralda'nın başına gelen talihsiz kazanın ardından Jeno ve Mark arasında ortamın gerilmesiyle başlamıştı her şey esasında. Jeno'nun kontrolsüz gücü sayesinde ortam sanki yeterince mahvolmamış gibi bir de Mark'la laf dalaşına girmiştiler ve her nasılsa elleri birbirlerinin yakalarında, nefretle bakışırken babam tarafından arka odaya çekilip uzunca da dönmemiştiler ve hayır, o günden beri bırakın o kavgadan söz etmeyi, birbirlerine tek kötü kelime bile etmiyorlardı. Sürekli bir araya gelmek durumunda kaldıkları halde hem de.
Babam her ne yaptıysa... O ikisine de iyi bir ders olmuştu. Meraktan patladığımı ancak cevap alamadığımı da es geçemeyecektim bu durumda. Tabii Mark'a bu konuda baskı yapıp ağlasam da anlatmaması babamın söylediği şeylerin ciddiyetini tamamen belli ediyordu. Bana nasıl kıyardı yoksa!?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Finally//Beautiful Stranger • markhyuck
Teen Fiction//markhyuck// ... Birkaç kez sertçe yutkunup ilk kez dolan gözlerini gizlemeden gözlerime baktı. Yağan yağmur muydu bütün bedenimi üşüten, yoksa onu bu denli güçsüz görüşüm müydü bilmiyordum. " Değişimden korktuğumu biliyorsun, belki de bu yüzden he...