Jeju, Güney Kore~
Bazı günler olabildiğince yavaş ilerler, sizde sonu gelmek bilmeyen bir döngüye girmişsiniz hissini uyandırırdı. Bilirsiniz; bunalırdınız, hatta artık yapacak bir şeyiniz kalmayana kadar tüm aktiviteleri tüketir, aynı şu an benim yaptığım gibi yatağınıza uzanıp tavanı seyrederdiniz. Doğruyu söylemek gerekirse terden ıslanmış ensemdeki saçlar beni çileden çıkarıyor, onları yolma isteğimi körüklüyorlardı ayrıca sonuna kadar açtığım balkon kapısından bir gram esinti girmiyordu zaten dar olan odama. Üzerime geçirdiğim kolsuz tişört ve giyindiğim şort ise sanki daha da sıcaklamama sebep oluyordu.
Jeju'nun en sevmediğim özelliği buydu belki de. Bazı geceler öyle bunaltıcı olurdu ki çıldıracak seviyeye gelirdiniz; tıpkı birazdan bana olacağını bildiğim gibi. Oysa bu yaz tatilinde üniversite sınavından da kurtulmanın verdiği o rahatlıkla bir çok şey yapacağıma dair kendime planlar hazırlamıştım ama her zaman olduğu gibi planlarımı bir rafa kaldırmış, evde pinekliyordum.
Arada hafifçe kıpırdayan odamın perdesine dalan gözlerimin odağı, aniden ve kesinlikle çalınmadan, aralanan odamın eskimiş, üzeri müzik gruplarının posterleriyle dolu olan kapısına yönelmişti. Gelen kişiyi görmeme gerek yoktu tahmin edebilmem için. Bilirsiniz, tam on sekiz senelik hayatımda hatırlayabildiğim tek bir gün bile kapıyı çalarak içeri girmemişti biricik babam ve buna artık alışmıştım hatta kızamıyordum bile.
"Yemek yemeyecek misin? Sabahtan beri sesleniyorum, hatta sesimi bütün mahalle duydu bir sana duyuramadım evladım!"
Her zamanki gibi odaya girdiği anda balkonu kapatıp perdeyi de sonuna kadar çekmişti. Hepimizin sıcaktan kavrulduğu günlerde bile o, pencereyi açık gördüğü an kapatırdı. Bu huyunu ise asla vazgeçmediği kapı çalmama huyuna ekleyebilirdiniz. Değişmiyordu.
"Tamam geliyorum şimdi. Abim geldi mi?"
"Üzerini değiştiriyor."
Yavaş adımlarla babamı takip ederken burnuma gelen yemek kokularıyla acıktığımı farketmiştim. Bu lanet havalarda iştahım da pek olmazdı aslında.
Alt kata indiğimizde aniden enseme atılan şaplakla abimin sinir bozucu kahkahasını da duyabilmiştim. Aman ne güzel!
"Gerçekten bir kere de beni şaşırt ve insan ol hyung! Koskoca adam oldun yaptığın şu hareketlere bak!"
Ensemi ovalarken söyleniyordum ancak bir pişmanlık göstermeksizin artan kahkahasıyla mutfağa ilerliyordu kendisi.
"Didişmeyi kesin de oturun. Yemek soğuyunca yiyemiyor, bir de dırdır ediyorsunuz."
Sinirle sandalyeyi çekerken benim aksime rahatça yerine kurulan abime kıstığım gözlerimle bakıyordum. Kırmızı saçlarını yolmak istiyordum!
"Oğlun bir gün insan olmayı başarabilirse didişmeyi kesebiliriz baba!"
Bu sırada çoktan yemeğe başlamış olan babam ikimizle göz teması dahi kurmadan sahte bir sinirle söylendi. Bu onun olayı ne kadar ciddiye almadığının göstergesiydi.
"Taeyong! Kardeşinle uğraşmayı kes! Ve sen Lee Donghyuck abin hakkında düzgün konuş! Böyle mi öğrettim size ben?"
Abim ağzına doldurduğu yemekleri göstererek bana sırıtırken iyice basan sıcaklık ve artan sinirimle elime aldığım çubukları sertçe tabaklara daldırdım. Bu sırada tabağıma uzatılan et parçası abime aitti. Kendini affettirme şekliydi sanıyorum ki. Ancak unutuyordu ki ben oldukça kindar biriydim.
"Kızma hemen. Sevdiğimden uğraşıyorum seninle.."
"Sevme şeklin gözlerimi yaşartıyor sahiden. Bir sen bir de Jeno ne zaman insan olursanız o gün evren daha güzel bir yer olacak!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Finally//Beautiful Stranger • markhyuck
Teen Fiction//markhyuck// ... Birkaç kez sertçe yutkunup ilk kez dolan gözlerini gizlemeden gözlerime baktı. Yağan yağmur muydu bütün bedenimi üşüten, yoksa onu bu denli güçsüz görüşüm müydü bilmiyordum. " Değişimden korktuğumu biliyorsun, belki de bu yüzden he...