Seul, Güney Kore~
Yaradılışım gereği mi yoksa yaşadıklarımdan mı bilmem, hayatım boyunca kendimi güçlü biri olarak tanımlayamamıştım.
Duygularım çok karmaşıktı bir kere; nereye gidersem gideyim, kiminle olursam olayım o kafamın içindeki çarklar izin vermedikçe ve kendi dünyamın sınırlarında kalmadığım sürece bir şeyleri atlatamıyor ya da düzene koyamıyordum. Bu durumu değiştirmeyi denemeyi bıraktığım o günü sanki dakikalar önceymiş gibi taze bir acıyla hatırlıyordum oysa.Yine bir hastanedeydim o akşamüzeri. Evden koşaradım geldiğimden ayaklarıma ayakkabı giyinmeye vakit bulamamış, üzerime geçirdiğim tişörtün ters olduğunu dahi fark edememiştim tam üç gün sonra abim zorla üzerimden çıkarmayı deneyene kadar. Hoş, o an üzerimde ne olduğundan çok, üzerime yıkılan dünyamın verdiği acıyı hissetmekten başka bir şeyi düşünemezdim de.
Kapıdan içeri girdiğim andan itibaren darmadağın olmuş halimle sık soluklarımı düzene sokmayı deniyor, ağlamaktan önümü göremediğimden tanıdık koridorları duvarlara tutunarak geçiyordum.
O, kendine has kokusu sanki yıllar öncesinden beri içimde bir yerlere yapışmıştı da her hastaneye geldiğimde genzimi yaka yaka ortaya çıkıyordu tekrardan. Hayır, bu her zamanki ilaçlı hastane kokusu değildi. Bunda ölüm vardı, hissizlik vardı; belki çokça acı ve gözyaşı vardı ama hayır, normal olan hastane kokusundan değildi.O koridorlarda, soğuk zemindeki iç gıdıklayan hisle oradan oraya koştuğumu, titreyen dizlerimin dermanı bitene kadar yalın ayak hastane katlarını dolanışımı; bu kendimi kaybetmiş halim yüzünden insanların yüzlerinde oluşan korkmuş hatta acıyan ifadeyi ve belki de en kötüsü; o koridorlarda günlerce beklerken acıyarak izlediğim aynı sahnenin başka bir versiyonunda yer alıyor oluşumu... Unutamıyordum.
Avuçladığım kara toprağın tırnaklarımda kalan kokusunu hala alabiliyordum bir şekilde. Canımı yakıyordu burada olmak, ruhumda bekleyen acı hisleri çıkarıyordu zorlukla gizlediğim yerden, hastaneler. Çaresiz hissediyordum, yorgun...Durduramadığımız ya da gidişatını değiştiremediğimiz milyonlarca anlık olaydan yalnızca biriydi bu. Onlardan biri, hepsinden daha unutulmaz bir kesik bırakan, kanayan yaranıza ufacık anıyla bile tuz basan... Gideni bilinmezliğe, kalanı ise bir kabusa sürükleyen...
Ölüm.
Ölüm kapımızı ilk kez tıklattığında daha ufak bir çocuktum. Aptal, sıska ve fazla iyimser bir çocuktum hatta belki de. Her şeyin iyi olacağına, düzeleceğine öyle inanıyordum ki, tam parmak uçlarımda duran uçurumu asla fark etmemiştim. Ta ki o gün aldığım telefon sonrası olduğum yere yığıldığımda kendimi uçurumdan aşağı ince bir iple sallandırılıyormuşum gibi hissedene kadar. O ince ip seneler sonra bile ayak bileğimde yer yer kendini belli ediyor, asla kurtulmama izin vermiyordu sanki. Dünyaya tepetaklak bakışım da bu yüzdendi belki? Doğrulmama da yere çakılmama da imkan yoktu, sadece bir boşlukta salınıyor gibiydim.
Güçsüzdüm, duygusaldım ve kırıktım...
Belki ağzınızda ekşi bir tat bırakacak her şeydim ve bu konudan memnun da değildim ama bunu değiştirecek gücü henüz kendimde bulamıyordum. Mark'ın kırık kanadını kendiminkilerin yanında hissediyor olmam yıllar sonra o boşluktaki ipin sandığım kadar ince olmadığını fark ettiriyordu en azından. Belki daha sonra bunun için sevinebilirdim.
Sadece Bay Jung yüzünden hastaneye geldik diye bu konuyu hafızamın tozlu raflarına kaldırma konusunda her zamankinden daha da zayıf oluşum ciğerlerim patlayana kadar ağlamak, gözümdeki sıcak damlaların sonu gelene kadar bu eyleme devam etmek istememe sebep oluyordu. Ben bu kadar basit miydim yani? Zavallı hissediyordum.
İçime dolan ağırlığı ard arda yutkunup bir yerlere hapsetmeyi denerken Jaehyun Hyung'un geçirdiği sinir krizini ve hastaneden çıkarılışını en az abim kadar sakin karşılamıştım. Onun üzerinde kalan travma benimki kadar olmasa da etkisini daha içeri girdiğimiz ilk anda göstermişti biliyordum ki. O an için üzerimizdeki kötü koku ya da durumun absürdlüğünden çok geçmişimize derin yaralar bırakan bu yere bir ay içinde ikinci defa geliyor olmaktı zihnimizi bulandıran. Gözlerinde birkaç saniyelik gördüğüm hissiz bakış ürpermeme yetmişken göz göze geldiğimizde eski haline dönmesiyle biraz olsun iyi hissetmemiş, aksine içine atıyor olmasına daha da içerlemiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Finally//Beautiful Stranger • markhyuck
Teen Fiction//markhyuck// ... Birkaç kez sertçe yutkunup ilk kez dolan gözlerini gizlemeden gözlerime baktı. Yağan yağmur muydu bütün bedenimi üşüten, yoksa onu bu denli güçsüz görüşüm müydü bilmiyordum. " Değişimden korktuğumu biliyorsun, belki de bu yüzden he...