52| Halikarnas

937 89 42
                                    

Keyifli okumalar 🌙

-

Bir sandalyenin üzerine bağlanmıştı, elleri ve ayakları kuş tüyünü andıran siyah uzun bir tül tarafından. Başı ağır ağır ardına düşmüştü omuzlarının, elleriyle tutunduğu kolçaklardan bedenini kaldırmak için güç almaya çalışsa da  başını dahi kaldıracak kadar gücü yok gibi duruyordu, alnında boncuk boncuk terler birikmiş, göğsü nefes alıyordu ağır ağır.  Tepesinde bir ışık yanıyor, neon mor lambanın elmacık kemiklerine düşürdüğü gölgeler o her başını sağa yahut sola çevirdikçe dans ediyor, saçları alnına dökülüyor, kirpikleri açılıp kapanıyor ama o sanki bir ilacın, bir büyünün etkisindeymiş gibi kıvranıyordu.

Etraf karanlık, yalnızca neon ışıklar, kırmızılar ve maviler, sarılar yahut turuncular ile aydınlanıyor, ortalıkta kimse görünmüyordu. Tavandan aşağıya inen bu ışıkların aydınlattığı kısımlarda tablolar vardı, biraz ileride iki kadının nü tablosu, bellerine dolanmış tüllerle oldukça şık, hemen ileride sevişen iki insanın bir zindanı andıran yerdeki tablosunu takip ediyordu, etrafta mistik bir koku vardı lakin bana daha çok tarçını andırmıştı. Işıklar ara sıra ağır ağır yanıp sönüyor, bir titreşim ayaklarımın altında yankılanıyor,  etrafın loşluğunu kesen bu neon ışıklar oldukça hoş bir ortamı seriyordu gözlerimin önüne.

Jungkook, bağlanmış olduğu sandalyede kıvranmaya devam ederken tam önüne duruyorduk lakin birimiz bile, Taehyung bile yanına gitmemişti. İçeri girdiğinden beri olduğu yerde kalmış, mıhlanmış gibi çattığı kaşları ile eşini izlemeye dalmıştı. Hareket etmiyor, ileri gitmek için çaba dahi harcamıyordu.

Yalnızca dördümüzün olduğu oda, sanki bu binanın giriş katında değilmiş gibiydi. Çıktığımız üç adet merdiven, tepesinde Halikarnas yazan bu binanın içine ulaştırınca, bir anda kendimizi burada bulmuştuk. Öyle ki etrafta kimse yoktu, bir karşılama, bir oturma alanı, girişi dahi yoktu buranın. Yalnızca neon ışıkların aydınlattığı bu oda, odanın ortasındaki sandalye ve Jungkook, tablolar, bu tarçın kokusu ki beni ağır ağır mayıştırıyordu ve sevgilim vardı yanımda, elimi tutan. 

"Burası..." diyecek oldum Yoongi'ye lakin o beni susturdu.

"Şimdi sessiz olmamız lazım küçüğüm." dedi zihnime. "Anlatacağım ama sessiz kalman lazım bir süre. Burası daha önce karşılaştığın yerlere pek benzemez, ben dahi dikkatli olmalıyım buradayken."

Dedikleri içime amansız bir sıkıntı yayınca, ister istemez iç içe duran parmaklarımızı sıktım. Burası nasıl bir yerdi ki Yoongi dahil herkes bir anda dikkat kesilip susmuştu? Nasıl bir yer olabilirdi ki gerçekten sessiz ve sakin durmamız gerekliydi, özellikle Jungkook karşımızda bu halde dururken. Elleri bağlıyken, bir hastalığın pençesindeymiş gibi anlamsız kelimeleri mırıldanıyorken, Taehyung dahi ileri gitmeye bir kelam etmeye çekiniyordu? Belli ki efsunluydu lakin bir adım ileri gider de Jungkook'a dokunsam ne olurdu ki?

Ve en önemlisi Luheria denen kadın da neredeydi?

"Buradayım, tatlım." Tepemizden, tavandan gelen sesle başım yukarı çevrilirken gözlerimin içini aydınlatan neon kırmızı ışık beni normalde olsa rahatsız edecekken sanki hiçbir şey olmamış gibi, olması gerektiğinden de keskin gördüm onu.

Tavana adeta bir yarasa gibi yapışmış, beyaz; devekuşunun tüylerini andıran kabarık bir elbisenin bacaklarının küçük bir kısmını sardığı, korsesinin göğsünü sıkıp ince belini daha da ortaya çıkarttığı uzun siyah saçlarının da duruşundan dolayı aşağıya sarktığı, beyaz teninde en çok dikkati çeken koyu kırmızı dudaklarının barındırdığı uğursuz bir gülümsemeyle Luheria, mercan rengi gözleriyle bize bakıyordu şimdi.

R Å E H | m y g × p j mHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin