İyi okumalar 🌙
-
-Jimin-
Başlarda çok korkunçtu.
Her şey o kadar korkunç, o kadar katran karası ve zifirinin en koyu tonlarındaydı ki şeytanın elleri; canımı yemek için peşimden gelen iblislerin mızraklarının uçlarındaki kızgın demirler kadar da ölümü amaç bilmişti ve ruhumu kendine çeken şeytan, sanki beni iki eliyle yakalayıp bir kafese tıkıyor, sonra da soluk boruma çöküp, en güzel gülümsemesiyle izliyordu; canı giden gözlerimi.
Öyle hissettirmişti ölüm. Peşimi bırakmayan şeytanın nefesi, ensemdeydi sanki.
İlk zamanlar nefesimin gittiğini ve artık ölmenin benim için bir gerekçe olduğunu, bu fani hayatımın sonra erdiğini, bir de sevgilimin güzel gözlerine bakarken ölmüş olmanın verdiği tatlı acı ve hayal kırıklığının, içimdeki hüzün nehirlerine vermiş olduğu o güzelim acı altın renginden olsa gerek, ciğerlerimin son soluyuşu beni hapsetmişti bilinmezliğin içine.
Başlarda o kadar hapsolmuş gibi hissetmiştim ki, aslında özgürlüğüme kavuşacağımı fark etmem bir kaç dakikamı almış, ruhumun başımın üzerinden çıkıp da geri dönüp baktığında kendi ölümümü görmeye başlamış olmam beni inanılmaz bir sükutun içerisine, sanki toprağından koparılmış bir çiçek gibi önce acıya lakin sonrasındaki inanılmaz hafifliğe sürüklemişti.
Tüm gücümle tutunduğum bu toprak bir an için bana ıstırap veren bir yuvaya dönüşmüştü, ta ki, onu bırakmaya karar verene değin.
Başım yere değince, gözlerim kapanınca ve dudaklarım son defa örtülüp birbiri üzerine hemen sonra nefesini verince bedenimin, gözlerimin önü bir an için akça pakça bir ışıkla dolmuş, etrafım yalnızca ormanlarda ya da kırlarda duyabileceğim kadar çeşitli canlı sesleri ile neşelenmiş; öten kuşların sesleri beni bir şiirin içerisinde düşmüşüm gibi hissettirmişti.
Çıplak ayaklarımın arasından taşan, bir ipek gibi yahut ipekten daha yumuşak olan çimenlerin uzanıp da parmaklarımı sarmasıyla eğilip aşağıya baktım. Bastığım yerlerin çevresinde irili ufaklı çiçekler baş gösteriyor, çimenler birer birer uzayıp parmaklarımı sarıyordu. Güneşin ufak kıkırtıları yüzümü yalayıp geçen rüzgarla ısıtıyor, asla fazlaca ileriye gidip tenimi yakmıyordu.
Solumdan kulağıma çalınan bir su sesi ki aşağılara kadar akıp içinde zıpır zıpır zıplayan balıkların kanat çırpan sesleriyle ve suya düşen vücutlarının neşeli şıkırtılarıyla capcanlıydı, hemen o su kaynağının ardında başka türlü türlü çiçeklerle dolu upuzun bir kır ve sonrası cennetten bir bahçeydi gördüğüm.
Etrafımda keşfetmeyi bekleyen milyonlarca şey, dikkatimi asla toparlayamayacağım kadar çeşitli bitkiler ve bir sürü hayvan, ki bunların hepsi de kendi hallerinde uyuyor, kimisi uçup göğü kanatlarıyla boyuyor, kimisi patileriyle toprağı döve döve akranları, karşı cinsleri ile oynuyor yahut tımarlanıyordu.
Yüzümde, dudaklarımı neredeyse kulaklarıma değdirecek kadar büyük bir gülümseme, gözlerimin kısılıp içimi dolduran bu şahane doğanın içerisinde beni neredeyse kör edecek kadar harika bir tebessüm vardı. Meltem ara sıra saçlarımı geriye doğru tarıyor, yere tutunamayan çiçekler havaya karışıp saçlarımın arasına giriyordu ve içim, huzur doluydu.
Sonsuz bir sakinlik, içimde bir nehir gibi akıyor, başımdan ayak ucuma ve tüm damarlarımdan akan bir dinginlik beni mutlu ediyordu. Sanki yürümüyordum, ayaklarıma güç bile vermiyordum ilerlerken toprağın üzerinde.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
R Å E H | m y g × p j m
FanfictionYüzyıllardır doğan ve yeniden ölen Ruh Konağı, her doğuşunda bedenini Mühürlerle süsleyen eş, Lort Rhua Yoon Gi'nin en değerlisi; Raeh yeniden doğdu. Funsåesser ve Ruensåesser'in hikayesi. min yoon gi × park ji min.