36|seni artık sevmiyorum.

1.7K 236 222
                                    

İyi okumalar 🌙

-

"Kehanetler ortada ve ölüm kapıda, küçüğüm." 

Aklımdan bir türlü çıkmayan, sürekli zihnimin duvarlarına çarpıp çoğalan, ekolarını kulaklarımda duyduğum, kulaklarımı kapatsam bile bir türlü duymaktan vazgeçemediğim sözlerdi bunlar; Yoongi'nin ağzından dökülmüş, yüreğime bir acı bırakmış ve bir türlü unutamamıştım.

Bir de üstüne Kris'in benim yüzümden öldüğünü söylemişti... Ne yapmış olabilirdim? Bu dünyada hiçbir şey bilmeden yaşadığım onca yılın ardından, yalnızca bir kaç ay içerisinde Rhuaların var olduğunu öğrenmiş, bir Lord olan Yoongi'nin ve benim ruhumun bağlı olduğunu, daha da ilerisi ; onun ve benim bir bütün olduğumuzu, ruhuna konaklık ettiğimi öğrenmiştim. Ne yapmış olabilirdim? Tam olarak olayları anlamayı bile bitirmemişken şimdi bir de benim yüzümden birisinin öldüğünü öğreniyordum.

Bir de büyük babam vardı, kaybettiğim, büyük babam.

 Kendimden nefret ediyordum, düşünmem gereken ölüm büyük babamın ölümüyken ben şimdi Yoongi'nin zihnimde yayılan cümleleri ile Kris'in neden öldüğünü ve bunun benimle ne alakası olduğunu düşünüyordum.

"Sonuçlar ve bedeller."

Cümle değişince zihnimdeki, buruşan yüzümle başımı farklı bir yöne çevirdim. Sauvage'ın içinde kaybolmak istiyordum ama imkansızdı. Daha barın arkasından çıkmadan Taehyung ve Jungkook fark ederdi, ki benim bu halimin ne denli garip olduğunun ikisi de farkındaydı ama bir şekilde susuyor, dillerinin ucuna gelen kelimeleri yutuyor ve bana bir şey bile diyemiyorlardı.

Dün eve gitmemiştik, yukarıdaki odada aklımdaki düşünceler bana kabus olurken uyuya kalmış, gecenin bir yarısı uyanmış yanımda göremediğim Yoongi ve içime yayılan huzursuzluk ile evime gitmek için ayaklanmış ve  gidecek bir evimin olmayışı beni yatağa geri mıhlarken, gözlerim kapının yanındaki bıçağa gitmişti. Bıçak yoktu. Orada değildi, oradan çıkarıldığını belli eden bir iz duvar kağıdının bedenini yaralamıştı yalnızca ve tıpkı o bıçak gibi, Yoongi'de yoktu ortalıkta.

İçim içimi yemişti sabaha değin, ki bu karanlık odada sabahın ne zaman olduğunu anlayamıyordum, duvarlar siyah, eşyalar siyah, pencereler siyah ve kalın perdeleriyle içeriye ufacık bir gün ışığının bile girmesine izin vermiyor, odayı olabildiğinde loş tutuyorlardı. Güneşe çıkabildiğini bildiğimden, karanlığı bu denli benimsemesini anlayamamıştım ve odada bulunmayan, bakabileceğim bir saat de olmadığından gözüme uyku girene değin yatakta bir sağa bir sola dönmüş, sonunda kalkıp  aklımı biraz olsun toparlamak için odadan çıkmıştım.

 Kimse yoktu, ışıklar kapalı, içerisi buz gibi soğuktu. Koca barda bir ben vardım ve şimdi genelde Yoongi'nin dirseklerini dayayarak, güzel yüzüne vuran kristal avizenin ışıkları arkasından beni izlediği bu küçük balkondan ben aşağıya, olmam gereken yere bakıyordum.  Etraf loştu, yalnızca dolaplardan sızan ışıkların parlaklığı yayılıyor, buradan tüm barı rahat bir şekilde görüyordum. Koltuklar sıralanmış, etraf temizlenmişti. İçkilerin şişeleri rafları dolduruyor ve baktığım bu manzara beni boğuyordu.

Merdivenleri ağır ağır inmeye başladım, her adımda omzuma binen yük dünya kadarmışçasına omuzlarımı bükerken, ses çıkarmadan Yoongi'ye bu denli ne zaman alıştığımı ve onu yanımda görmek isterken neden onu çağırmadığımı merak eder halde kendi tezgahımın ardına geçip oturdum. Bir süre sessizliğin beni sarmasına ve düşüncelerimin sanki okyanusa atılmış birer  cesetmiş gibi yüzeye çıkmasına izin verdim. Birçoğu onun hakkındaydı; gönülçelenim...

R Å E H | m y g × p j mHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin