En sonunda eşyalarımızı eve taşımıştık. Cemre ve ben babaannemle kaldığımız odada kalacaktık. Merih ve Barkın için de bizim odamızın karşısındaki oturma odasını açmıştım.
Evin giriş kısmı ne hol denilecek kadar küçük ne de salon denilecek kadar büyüktü. Kapıdan girildiğinde sağ taraftaki ilk oda babaannemle kaldığımız odayken soldaki ilk oda da oturma odasıydı. Oturma odasının yanında mutfak, mutfağın tam karşısında da kiler vardı. Mutfak kapısının yanında bulunan merdivenlerden üst kata çıkıldığında hemen sağdaki ilk kapı banyo ve banyonun karşısında annemlerin odası vardı. Annemlerin odasının yanında abimin kaldığı oda ve o odanın karşısında içinde yastık, yorgan, sandalye, kuru yufka gibi ıvır zıvır malzemelerin bulunduğu çok da büyük sayılmayan bir oda daha vardı.
Kolumdaki saate baktığımda akşam yemeği vakti neredeyse yaklaşmıştı. Hep birlikte mutfağa girince Merih ve Barkın yerdeki minderlere kendilerini attı. Biz de Cemre ile tam bir ev hanımı edasıyla minik bir yer sofrası hazırlamıştık.
Yemeklerimizi yedikten sonra ben sofrayı hallederken Cemre de bulaşıkları bitirmişti. En sonunda yerdeki kırıntıları gırgırla alıp işimiz bitmişti.
"Evet, şimdi ne yapmak istersiniz?" Dedim ellerimi belime koyarak. Barkın ve Merih hâlâ minderlerinde oturuyorlardı. Barkın uzun bacağıyla Cemre'nin bacağını dürtükledi.
"Çay koy lan karı." Oha Barkın?
"Oha öküz. Biz evlendikten sonra sen bana 'lan karı' diye mi hitap edeceksin?" Dedi Cemre ve o da Barkın'ın bacağına minik bir tekme savurdu.
"Abi harbiden kızcağıza 'lan karı' da demezsin yani." Dedi Merih de.
"Ben de ona o zaman 'kalk kendin koy' derim."
"Cemre harbiden çok masumsun." Dedim saçını okşayarak.
"Ha ha! Bana diyene bak. Merih sana 'yeğen' dese sen kabul edersin be!" Merih Cemre'nin söylediklerine kahkaha atarken ben doğruluğunu sorguluyordum.
"Bak bak bak bir de düşünüyor. Ah kızım ah, sen kafayı sıyırnışsın." Bu sefer söylenen Barkın'dı. Kafamı hızla iki yana salladım ve omuz silktim.
"Size ne be! A aaa! Şimdi çay yapalım mı yapmayalım mı ona karar verin."
"Biz çay koyalım, siz de gidin bakkaldan çekirdek alın." Dedi Cemre. Sonra tezgahın üstünde duran çaydanlığı alıp çay hazırlamaya başladı. Barkın da ofluyordu tabi.
"Barkın hadi ablacığım, sen köyü en az benim kadar biliyorsun. Beraber bakkala gideceksiniz, çekirdek alacaksınız, geleceksiniz." Barkın küçük bir çocuk gibi omuz silkip Merih'i işaret ederek:
"O gitsin." Dedi. Allah'ım yaa! Sabır yaa!
"Ben nereden bileyim bakkal nerede ilk defa geliyorum, dingil." Dedi Merih ayağa kalkarak. Ben tekrar Barkın'ı ayağımla dürtükleyince sonunda ayağa kalkıp isyan ede ede gitmişlerdi.
Çayı demlediğimizde Merih ve Barkın da gelmişti. Avludaki yeni dünya ağacının altına sabahki gibi tekrar halı serip minderler koyduk. İnce belli çay bardaklarını ve çekirdekleri de hazırlayıp hazırladığımız yerimize yayıldık. Küçük piknik tüpünün üzerine de soğumasın diye çaydanlığı koymuştuk. Dolunayın, yıldızların ve sokak lambasının hafif vuran ışığıyla loş bir ortam olmuştu. Hoş bir görüntü oluşmuştu.
Çayları doldurunca herkes ince bellileri önüne çekip şıngırdatmaya başladı.
"Ee biz şimdi öylece çekirdek çitleyip çay mı höpürdeteceğiz?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ç.I.Ç.E.K | Yarı Texting
JugendliteraturGöz devirip günlüğümü elime aldım ve tekrar çalan şarkıyı açtım, yazmaya başladım. "Selam Yapraaaam; Okulda sarı kafalı bir herif var. Adı lazım değil baş harfi babam:)" . "Neden çiçek?" Aslında yerinde bir soruydu. Cevap vermeliydim. Kelimeleri zih...