《26》

89 11 3
                                    

Acı. Neydi? Şu bir buçuk sene önce acıyı sadece en çok haz aldığım tat olarak biliyordum. Bol acılı kuru fasulye mesela... keşke acıyı hep öyle bilseydim.

Şimdi acı kelimesi tattan çok uzak. Peki ne? Boşa geçmiş bir buçuk sene? Evet evet. Acı = boşa geçmiş bir buçuk senem. Hiçbir şey olmamış bomboş geçmişti. Hayal kırıklığıyla doluydu. Merih Demir, hayatımın en büyük hayal kırıklığıydı.

Cemre'nin dediği gibi 'fazla Leyla'ydım. Hoş, Leyla olunmayacak gibi değildi. Çok güzeldi. Yaşadığım her saniye çok heyecanlı ve umut dolu geçiyordu. Yeni bir okul sabahına Merih'i görmenin verdiği neşeyle uyanıyordum. Tam bir buçuk sene. Evet daha büyük aşklar var; beş sene, yedi sene, on beş sene, yirmi sene bekleyenler var. Onlarınki gerçek bir aşk. Ama ben de Merih'i heves olsun diye sevmedim. Öylesine sevmedim. 'Herkesin sevgilisi var benim de olsun' diye seçmedim. Hoş seçmedim de zaten, seçemezdim. Seçecek olsam hiç seçmemeyi seçerdim. Ama seçecek olsam... yine Merih'i seçerdim. Gerçekten sevdim çünkü.

Uğruna çok çaba sarf ettim. Pes etmedim. Babamı kaybederken bile onu sevmeye devam ettim. Defalarca engelledi, reddetti, kabul etmedi, bağırdı... son zamanlarda benden sürekli kaçıyordu. Karşılaştığımızda yolunu değiştiriyordu, suratını asıp bana nefret dolu bakışlar gönderiyordu, bahçede olduğunu gördüğümde bahçeye çıkınca beni fark ettikten hemen sonra hışımla içeri giriyordu.

Kesinlikle bir şeyler değişmişti. Beni tanıyordu, bundan çok emindim. Bize bağırdığı günden sonra çok değişmişti. O güne kadar beni görünce kaçmıyordu, sadece umursamıyordu işte. Ama o günden sonra beni görünce bir kaşık suda boğacakmış gibi bakıyordu.

Ama ben ne yapmış olabilirdim ki? Sadece sevgimi dile getirerek nazik bir şekilde bana bir şans vermesini istedim. Reddettiğinde ille konuşalım diye ısrar bile etmedim. Sevgimi içime gömüp yine sapık gibi peşinde dolanmaya devam ettim. Ben sadece onu, sevdim. Sevmekten başka bir şey yapmadım. Saçını uzatıp topluyor diye herkes ondan tiksinirken ben ne kadar yakıştığını kafamda tartamıyordum bile.

Yılanaz lakabını taktığım Sudenaz bile yüzünü kırıştırarak bakmaya başlamışken ben ne kadar güzel olduğunu, bunca senedir aynı okulda olmamıza rağmen daha önce fark edemememin pişmanlığını duyuyordum. Büşra'nın yaptıklarını duyunca belki de hiç olmadığım kadar kahrolmuştum.

Ben en çok Merih'i sevmiştim. Onu en çok ben seviyordum. Okulda ona en çok değeri belki de gözle görünmeyecek olsa da ben vermiştim. O bunu bilmiyordu ve... ve hiçbir şey yokmuş gibi hayatına ve hayatımda devam ediyordu. Herkes yalan ve yılan. O iki günlük sevgisiyle peşinden koşan yılanaz gibi değil benim sevgim. Ben onu en doğru şekilde sevmeye çalışıyordum. Hiçbir pislik, çirkeflik, yılanlık karıştırmadan. Ya ben, ben onu seviyordum daha ne yapayım! Bu bile yetmez mi? Onu herkesten her şeyini kıskanıyordum. Herkese hafif, bana oldukça ağır şeyler çekmiştim. Kafayı sıyırıyor sinirden kuduruyordum ve onun beni görmemesi çıldırtıyordu!

Daha ne kadar istemediğini gösterebilirdi ki? Daha ne kadar 'seni sevmiyorum'u açıkça yüzüme vurabilirdi. Bunu başarmıştı. Son gün... ilk dönemin son günü:

Amacım sadece su almaktı. Tamam,  birazcık da ona yakın olmak yani onu yakından görmek istemiş olabilirdim. Ama onu yemeyecektim! Gerçi buna bile fırsat vermedi. Ben onum yerinde olsaydım açıkça konuşurdum. Ne gerek var ki böyle gizemli kaçışlara? Belki ümitlendirmek istemediğinden böyle yapıyordu. Benim umurumda bile değil ki ümitlenmek.

Ben onu istiyordum. Onu! Keşke ümitlendirse de uzak durmasa... ne kadar mutlu olurdum hayalden hayale koşarken. Ama bunu bilmiyordu. Çok üzülüyordum. Bunun farkında değildi belki ama beni gerçekten çok üzüyordu.

Ç.I.Ç.E.K | Yarı TextingHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin