Bir haftalık tatilimizin üçüncü günü. Annem geldiğimizden beri günde üç kere arıyordu. Ne yaptığımızı, yapmak istediklerimizi, yaptıklarımızı rapor ediyordum. Ama maalesef Merih ile banyoda geçen minik vaktimizi anlatamamıştım. Aslında yüz yüze anlatmak benim için daha iyi olacaktı, biraz da o yüzden anlatmamıştım.
Bu üç gün içinde ne mi yaptık? İlk günümüzde yani Merih'in kafasına tavuk pisledikten sonra Barkın tüm gün dalga geçmişti, ben de Cemre'ye işin heyecanlı kısmını anlatmıştım ve o da sürekli işi başka yerlere çekip cenabet iç sesimle iş birliği yapıyordu. Merih'in saçları temizlendikten sonra benim ısrarlarıma rağmen saçlarını kestirmemişti. Daha sonra adının Yusuf olduğunu söyleyen bir adam ve yanında da Sevgi isminde bir kadın gelip babamın onları arayıp bize göz kulak olmalarını tembih ettiğini söylediler. Kadını bir kaç defa görmüştüm ama hiç konuşmuşluğum yoktu, adamı ise hiç görmemiştim.
O gün bize kendileriyle akrabalık derecemizi hatta yedi ceddimizi anlatıp köyün dedikodusunu yapmışlardı. Yok kızın biri nişan atmış da başka oğlana kaçmış da nişan attığı çocuk da kızın kaçtığı oğlana bıçak çekmiş de bir şeyler bir şeyler... bu gereksiz ama bir o kadar da film tadındaki dedikodunun ardından civardaki tarlaları gezdirip hangilerinin babaannemin olduğunu ve kimlerin ekip biçtiklerini anlatmışlardı. Yani benim açımdan biraz sıkıcıydı, dedikodu kısmı dışında...
İkinci günümüzde ise kendimiz kendi başımıza köyün civarını gezip nerede ne var öğrenmeye çalışmıştık, yani Cemre ve Merih çalışmıştı. Barkın da en az benim kadar köye hakimdi. Girdiğimiz her ara sokakta tarlaya gitmeyip kapı önünde oturan kadınlar da ahiret sorgusu gibi bizi sorguya çekmişlerdi. Neden geldiğimizi, kim olduğumuzu, babaannemin nerede olduğu, annemlerin niye yanımızda olmadığı, abimin evlenip evlenmediğini, neden evlenmediğini, okuyup da ne ola... klasik çok çok uzaktan akraba terörü işte. Şaşırtıcı kısım ise onların beni ve ailemi çok iyi tanıyıp benim onları tanıyamamamdı.
Bugün ise fazla bir plan yapmamıştık. Gelişi güzel takılacaktık. Merih saçlarını dün de kestirmemişti. Tabi bunu görenler durur mu? Merih'e binbir tane laf parçalamışlardı. O ise pek umursamamıştı. Ama ben umursamıştım; insanların ne söylediğini değil, Merih'in saçlarını.
Kahvaltımızdan sonra tabi yine uzun uzun konuşmuş saçını kestirmesi için ikna etmeye çalışmıştım. Çünkü saçlarını o da kestirmek istiyor ama sırf ben çok seviyorum diye kestirmiyordu. Bu durum da benim hoşuma pek gitmiyordu tabii.
İkna çabalarımın sonucu olumluydu. Nihayet kestirecekti. Biz Cemre ile öğle yemeğini hazırlayana kadar onlar da Barkın ile berbere gidip geleceklerdi.
Yaklaşık bir saatin sonunda yemeğimizi hazırlamış dört kişilik yer soframızı kurmaya başlamıştık. Dış kapı büyük bir gürültüyle açılıp kapandığında gelen Barkın ve Merih'ten başkası değildi. Heyecanla mutfak kapısında belirmelerini bekledim. Açıkçası çok merak ediyordum ve bir o kadar da heyecanlıydım.
İlk önce Barkın, hemen arkasından da Merih girdi mutfağa. Şaşkınlıkla ona baktım. Kesilen saçlarına... evet bu sefer kestirmişti. Şimdi normal bir erkeğin saçlarından farkı yoktu, tamamen kısaydı, ön kısımlarının biraz daha uzun olması dışında...
Ne diyeceğimi bilemiyordum. Biraz şaşkındım. Çok eski fotoğrafları dışında ilk defa böyle görmek içimde garip kıpırtılara neden olmuştu.
"Hoş geldiniz." Diyebildim. Ama hala bön bön ona bakıyordum.
"Beğenmedin mi?"
"Yoo... hayır, yani evet. Yani beğendim. Ben seni kısa saçlı da beğenirim." Bir iki adımda yanına varıp elimi kısa, sarı, ince telli ve hala dolgun olan saçlarına götürdüm. Parmaklarım saçlarının arasında eskisi kadar kaybolmamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ç.I.Ç.E.K | Yarı Texting
Teen FictionGöz devirip günlüğümü elime aldım ve tekrar çalan şarkıyı açtım, yazmaya başladım. "Selam Yapraaaam; Okulda sarı kafalı bir herif var. Adı lazım değil baş harfi babam:)" . "Neden çiçek?" Aslında yerinde bir soruydu. Cevap vermeliydim. Kelimeleri zih...