Hilal Hoca ile göz göze geldiğimizde telefonu kitapların arasına sıkıştırıp ellerimi sıranın altından çektim.
"Ne var sıranın altında?"
"Hiçbir şey yok hocam. Çöp vardı elimde onu bıraktım."
"Telefon yok değil mi?"
"Estağfurullah hocam tabiki de yok. Ben telefonumu hep koyuyorum kutuya."
"Sınıf başkanı nerede?" Diye sınıfta göz gezdirdi. Selcan ayağa kalktı.
"Buradayım hocam."
"Telefonları toplayıp teslim ettin değil mi idareye?"
"Evet hocam herkes verdi. Hatta yemin bile ettirdim." Sen var ya Selcan.. Beşiktaşlısın falan ama adamsın!
"İyi tamam." Deyip derse devam etti.
Öğleden önceki son dersti. Zile dakikalar kalmıştı. Sabrımın dibini ekmek ile sıyırırken dışarısını gözetlemeye başladım. Eğer cam kenarında oturuyorsanız canınız asla sıkılmaz. Havadaki bulutları izlerken Cemre dürtükledi.
"Yazık be hocaya dinleyen yok."
Gözlerimi sınıfta gezdirdim. Gerçekten kimse dinlemiyordu. Merve'nin kulağına kalem sokmaya çalışan Burak mı desem, ağzındaki salyaları akıtarak uyuyan Taner mi desem, Sibel'in kaşlarıni alan Beril mi desem... artık ne desem hangisine gülsem bilemedim. Hoca da kendi halinde bir şeyler anlatıyordu. Hani ne kadar bağırsa da sesi çıkmayan, sınıfı susturamayınca küsüp ders anlatmayan ve kel, kısa boylu, göbekli ve gözlüklü müdür yardımcılarına şikayet eden öğretmenler olur ya.. Heh işte aynen öyle biriydi Hilal Hoca. Son kez saate baktım. 1 dakika... Ve muhteşem bir şekilde Diriliş Ertuğrul jeneriği çalan teneffüs zilimiz çalmaya başladı.
"Arayacak mısın anneni?" Diye sordu eşyalarıni toplarken Cemre.
"Evet. Ben şimdi lavaboya gidiyorum telefonla konuşacağım. Sen eşyalarımı toplarsın." Deyip yanağından makas aldım. Koştura koştura lavaboya gittim. Telefonumu çıkartıp annemi aradım.
"Efendim?"
"Ben çıkıyorum okuldan."
"Tamam abin gelecekti. Onu bekle."
"Ya ben kendim alırdım montumu o niye gelecek ki?"
"Olmaz kendi başına. Abin gelir alır seni."
"Offf tamam." Deyip kapattım. Telefonumu ceketimin cebine koyup elimle kamufle ettim. Hayır yani telefonlar neden yasaksa okulda bir anlam veremiyorum. Sınıfın önünde Cemre beni bekliyordu. Beraber en alt kata yemekhaneye indik. Koridor boyunca 11.sınıflar vardı. Yemekhanenin çapındaki erkekler tuvaletinin önündekilere baktım. Hepsi ayna karşısında ya saç düzeltiyordu ya da saç düzeltiyordu.
"Yemek yiyecek misin?"
"Yok sonra derse yetişemem."
"Niye işini okul çıkışında halletmiyorsun ki?"
"Bilmem. Öğle çıkışımız var işte boşver."
"Peki. Haber ver bana."
"Yetişemezsem yok yazdırma." Deyip Cemre'nin yanından ayrıldım. Kasım ayının esintisi yüzümü okşarken adımlarımı hızlandırdım. Okulun önünde arabayla bekleyen abimi görünce daha da hızlandım. Arabaya bindim.
•••
Bu geldiğimiz 3.mağazaydı. Öyle karar veremeyen bir tip değilim. Gözüme kestirdiğim olur, gider bakarım, bedenini bulurum, denerim, sonra fiyatına bakarım, baktım oooo çok pahalı. Kesinlikle almam. Evet evet aynen böyle oluyordu. Paramız olmadığından değil. Maddi durumumuz gayet iyiydi. Hatta baya baya bir iyiydi. Babam yazılım mühendisi annem ise ingilizce öğretmeniydi. Sadece ben biraz cimriydim. Mesela bir sakıza 25 kuruş veremeyecek kadar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ç.I.Ç.E.K | Yarı Texting
أدب المراهقينGöz devirip günlüğümü elime aldım ve tekrar çalan şarkıyı açtım, yazmaya başladım. "Selam Yapraaaam; Okulda sarı kafalı bir herif var. Adı lazım değil baş harfi babam:)" . "Neden çiçek?" Aslında yerinde bir soruydu. Cevap vermeliydim. Kelimeleri zih...