《24》

99 10 11
                                    

~ 6 Ay Sonra, Ocak~

"Şunu dikizlemeyi kes."

"Dikizlemiyorum. Umurumda olmadığını söylemiş miydim?" Dedim bilmişçesine.

"Neredeyse dört aydır her gün onu dikizlerken 'salak pis sarı çiyan umurumda değilsin' diye kendi kendine mırıldanmalarını dahil edeyim mi?"

"Tamam, kabullenmeye çalışıyorum diyelim."

"Onu röntgenleyerek sadece çalışırsın zaten." Omuz silkip koridor penceresinden ayrılıp sınıfa geri gerdim. Her sene olduğu gibi sabahın köründe gelip cam kenarında kaptığım sırama kuruldum.

Sıranın altından gizli gizli çıkardığım tuzlu çubuk krakerleri yerken açık olan sınıf kapısı yüzünden koridordan geçen süslü cariyeleri eleştirme fırsatı bulmuştum. Kol kola girip kıvırtarak yürüyenler, çığlık atarak gülenler, ağzını yayarak konuşanlar, kedi gibi miyavlayarak şarkı söyleyip sesinin güzel çıktığını zannedenler, ve sesinin güzel olmadığını bile bile başı dik bir şekilde kendini şekilden şekile sokmadan olduğu gibi şarkıyı söylemeye çalışan adam gibi adamlar! Ve... ve uzattığını saçını okulun gözüne sokmak istercesine savurarak yürüyen Merih.

Geçtiğimiz sene saçları sayesinde herkes ona hayran hayran bakarken, bu sene saçlarını daha da uzatıp toplayarak geldiği için yine herkes ona tiksinç bakışlar gönderiyordu. Her hafta başı müdür yardımcısının 'beyler saç sakalınıza tıraşınıza dikkat edin.' uyarılarıyla kendini parçalaması bariz Merih'e geliyordu. Ama çözdüğüm kadarıyla okulda onun bir dokunulmazlığı var gibiydi.

Okulun sahibinin oğlu değil tabiki de. Okulun gözde öğrencisi veya kızların çok sevgili 'badboy'u da değildi. Ama gerçekten gözle görülmeyen bir kalkanı var gibiydi.

Az sonra sınıfa girip kapının yanında oturan Burak ile bir şeyler konuşmaya başladı. Bakışlarını rastgele sınıfta gezdirdi, herkese -ben dahil- eşdeğer bakışlar yolladığında beni tanımadığına bir kez daha kanaat getirdim. Ama neden emin olmayalım? Yerimden kalkıp sınıftan çıkmak üzere kapıya yöneldim. Tam girişte dikilmiş boş sohbet yapıyordu.

"Şey, geçebilir miyim?" Dedim boğazımı temizledikten sonra.

"Pardon, tabi." Dedi ve yol verdi.

Pekala, beni tanımıyordu. Eee yani? Tamam işte Alen tanımıyor seni. Yani ne oldu şimdi tanımıyorsa. Ne olacaktı ki? Koridorda derin düşüncelerime son veren zil sesine içimden bir küfür salladım. Ders vakti!
...
"Hocaların genel toplantısı varmış, ders boş gençler!" Boş ders + son ders = hayatımızdaki şansın %90 harcanması...

Ceketimi elime alıp çantamı omzuma attım. Ocak ayının son demlerini geçirmemize rağmen tam bir bahar havası vardı. Deli gibi bot giymek istesem de neredeyse terlikle gelecektim okula, o derece sıcak!

Cemre ile bahçeye indiğimizde biraz tedirgin olmuştum. Bahar ve yaz aylarını sevmiyorum. Tamam, ocak ayındayız ama hava o şeylerin meydana çıkması kadar müsait. Cemre dikkatle yüzüme bakıyordu.

"Hadi ama, ocak ayındayız onlardan yoktur."

"Hava açık Cemre. Tam bir bahar havası."

"Burada bekle." Diye beni bırakıp yaklaşık on - on beş adım ötemizdeki bankı gözlemledi.

"Yoklar. Hadi gel." Yüzümü kırıştırarak ilerledim. Çantamı banka bırakarak ayaklarımı uzattığımda çantamın yere düşüşüyle gözlerimi devirdim. Almak için eğildimde ise kocaman desenli kabuğuyla orada yapışık olduğunu görünce bir çığlık koparıp hızlıca doğrulmaya çalışıp son gücümle kaçtım... Daha doğrusu kaçamadım. Çimlerin üzerinde kayarak popomun üzerine düştüğümde basketbol oynayan Merih öküzünün beni görmemiş olmamasını diledim. Aklımda ise hâlâ o şeyin görüntüsü vardı.

Ç.I.Ç.E.K | Yarı TextingHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin