Selam okurcanlarım♥️Çok özledim, çok da uzun bir bölümle geldim. Çayları alalım, satır aralarında bekliyorum🎈
Eylem
Bir uyku haliydi yaşadığım. Derin, karanlık, kabuslarla dolu, kasvetli bir uyku. Uyandığımı biliyor, Fırat'ın iyi olduğunu görüyor, sesini duyuyor, elini tutabiliyordum fakat gördüğüm kabusun göğsümü sıkıştıran etkisinden kurtulamıyordum. Fırat'ı kaybetme düşüncesi gerçeklik algımı yitirmeme neden olmuştu, yaşadığını idrak etmekte zorlanıyordum.
Yirmi dört saat geçmişti oysaki üzerinden. Gözlerimi Fırat'ın üzerinden bir an bile ayırmadığım yirmi dört saat. Dingin yüz ifadesini izlerken başımı koltuğa yaslayıp ayaklarımı yukarı çektim. Ağrı kesicilerin etkisiyle derin bir uykuya dalmıştı yine. Ne kadar iyi görünmeye çalışsa da göğsüne saplanan iki kurşun, direncini ciddi şekilde sarsmıştı, sık sık uykuya yenik düşüyordu.
Uyandığı kısa zaman dilimlerinde ise Oğuz ve Mustafa'ya kök söktürüyordu. Hastanenin çevresinde ve bulunduğumuz katta sayamayacağım kadar çok koruma vardı fakat Fırat güvende olduğumuz konusunda asla ikna olmuyordu. Sorun güvende olmamız ya da olmamamız değildi çünkü, Fırat'ın kendini yetersiz ve güçsüz hissetmesiydi. Dün akşam tüm itirazlarımıza rağmen iki kez ayağa kalkmış, her ikisinde de kendini yatağa zor atmıştı. Buna rağmen bugün hastanedeki son günümüzdü zira Fırat hasta olduğunu ısrarla reddediyor ve bir an önce hastaneden çıkmak istiyordu. Benim de tek istediğim bir an önce eve gidip duş alabilmekti fakat doktorlar bu konuda bizimle hemfikir değildi ne yazık ki.
Midemdeki ağrıyla baş edebilmek adına avucumu göğsümün altına yerleştirip gözlerimi kapattım. Uyuyamıyor, yemek yiyemiyor ve hatta su bile içemiyordum. Hastane kokusu tüm bunlar için yeterli bir sebepken odadaki stres miktarının her geçen saniye artması da ekstra vurgun yapıyor, mide ağrısından ölüyordum. Fırat'ın bir an önce iyileşmesi ve bizim bir an önce hastaneden çıkmamız gerekiyordu, aksi halde boşanmak mecburiyetindeydim. Bu genç yaşımda hastane odalarında sürünemezdim daha fazla, midem çok kötüydü.
Kapının açılma sesiyle saçmalamaya son verip doğruldum hemen. Filiz Hemşire gelmişti, kahvaltı saatiydi. Fırat'ın uyuduğunu görünce "Günaydın" diye fısıldadı. Gözlerinde yine aynı sıcak tebessüm vardı. "Günaydın" dedim ben de mahcup bir ifadeyle. İki gündür bizimle uğraşıyorlardı. Önce ben, sonra Fırat. Çekilecek dert değildik.
Tekerlekli masayı yatağa doğru ittirdikten sonra "Uyandıralım mı?" diye sordu "İlaçların saati geçmesin."
Kayıtsızca omuz silktim "Uyandır valla, ben karışmam." Spor ayakkabılarımı giydim, kapıya doğru ilerledim "Tekrar uyuyunca çağır beni."
Midem ağrıyordu zaten, hiç uğraşamazdım.
"Eşi dururken uyandırmak bana düşmez" dedi Filiz Hemşire. Hain hain gülüyordu "siz buyurun lütfen."
"Düşer düşer. Sen uyandır, yedir, içir, uyut, çağır beni."
"N' oluyor?"
Fırat'tı bunu soran. Uyanmıştı. Uyandığı için de sinirlenmiş gibiydi.
"Hiç sevgilim" dedim yanına doğru adımlarken "Filiz Hanım kahvaltını getirmiş de, ben ilgilenirim diyordum."
Memnuniyetsizce başını salladı "Ben hallederim."
Biz çıkabilirdik yani bence de.
"Şu yatağı kaldıralım da bi' önce, sonra hallet sen" dedim aynı memnuniyetsizlikle. Ters ters baktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İSYAN ÇİÇEĞİ
RomanceFırat bencildi, İsyan Çiçeği asiydi, lakin kaderleri bir yazılmıştı. İkisi birbirine aitti, ayrılık ölüm getiriyordu...